Kampüslerde ördüğü dayanışmayı şimdilerde Ege Üniversitesi ve ODTÜ ile genişleten Direnişin Renkleriyle dikkat çeken büyümelerinin hikayesini konuştuk
Bu sene Onur Ayında neler olup bittiğini takip ettiyseniz Direnişin Renkleri’ni duymuş olmalısınız. Özellikle İzmir’de, Onur Pikniklerinin maruz kaldığı baskı ve şiddete rağmen sokağı terk etmeyen üniversiteli LGBTİ+ öğrencilerinin mücadelesinden haberdarsanız Direnişin Renkleri mutlaka ilginizi çekmiştir.
İzmir, Adana, Hatay, Denizli, İstanbul, Mersin, Ankara… Nefretin sistematik biçimde körüklendiği böylesine bir dönemde, şehir şehir LGBTİ+ örgütlenmesini büyüten Direnişin Renkleri’yle bu dikkat çeken görünürlüklerini, örgütlenme modellerini ve LGBTİ+ mücadelesinde durdukları yeri konuştuk.
Direnişin Renkleri'ni bize, kendi örgütlenme deneyimlerini merkeze alarak Helin ve Sabriye anlattı. Bizim için asıl mücadele alanı sokaklardır diyen aktivistler, Direnişin Renklerinin her şeyden önce bir üniversite mücadelesi olduğunu ve amaçlarının olabildiğince her üniversitede örgütlü LGBTİ+ mücadelesini güçlendirmek olduğunu ifade ediyor.
Gelin, yediden fazla şehirde 200’den fazla kişinin örgütlendiği; bugünlerde üniversite ağını Ege ve ODTÜ ile genişleten bu LGBTİ+ dayanışmasına, Sabriye ve Helin’in rehberliğinde daha yakından bakalım.
Direnişin Renkleri’nin tohumları nasıl, ne zaman atılıyor; bize örgütünüzü tanıtabilir misiniz?
Sabriye: Aslında Gezi Direnişi sonrasında Adana’da kuruluyor. Daha çok liseli lubunya arkadaşların yürüttüğü bir topluluk olarak başlıyor. Onların mezun olmasıyla, başka üniversitelere gitmesiyle ara verilmiş oluyor.
Hatay’da 2018 yılında Kampüs Cadıları’nda örgütlü bir lubunya arkadaşımız Direnişin Renkleri’nden bahsederek yeniden böyle bir çalışma yapmayı öneriyor. Duyurulara çıkıyorlar, lubunyaları buluyorlar tekrardan. 2014’te tohumları atılmış olsa da 2018’de Hatay’da kurulmasıyla asıl çalışmaya başlamış oluyoruz.
Pandemide Direnişin Renkleri İzmir kuruldu bu kez. Yavaş yavaş yaptığımız duyurularla diğer illere gidip gelmeye başladık. Denizli’ye Mersin’e, Adana’da da çeşitli arkadaşlar buldu yazdı. Çevrimiçi buluşmalar yaptık derken şu an çeşitli illerde varız.
Nasıl büyüyor Direnişin Renkleri? Yeni insanlara ulaşırken hangi adımlar atılıyor?
Helin: Önce lubunya örgütlenmesinin aktif olduğu şehirlerle çevrimiçi görüşmeler yapılıyor. Mümkünse yüz yüze görüşmeler yapılıyor. Deneyim aktarımlarıyla, çeşitli teorik ve pratik paylaşımlarla oradaki temeli sağlamlaştırmaya çalışıyoruz. O ildeki örgütlenme afişler, yazılamalar, sosyal medya yaygınlaştırmalarıyla kendisini duyurmaya; derdini anlatmaya çalışıyor.
Sonrası buluşmalarla, çeşitli etkinliklerle ilerliyor. Şu an üniversite özelinde, İzmir’de Dokuz Eylül ve Demokrasi Üniversitesi’nde ayrı bir Direnişin Renkleri çalışmamız var. Bu sene Ege’de de hedefimiz vardı, tanışma buluşmamız ve anlatıcılık atölyemizle birlikte Ege Üniversitesi Direnişin Renkleri'ni kurmuş olduk. Ayrıca ODTÜ Direnişin Renkleri'ni de kurarak Ankara'da bir açılım gerçekleştirmiş olduk. Amacımız tabii ki bütün üniversitelerde var olmak ve örgütlü LGBTİ+ mücadelemizi daha da güçlendirmek.
Sabriye: Kuruluşları önce afişlemeler sonra Instagram sayfasından duyuruyoruz. İmkan varsa o kentin diğer LGBTİ+ örgütleriyle iletişime geçiyoruz. Çalışmalarımız daha çok üniversite odaklı çalışmalar oluyor. Kendimizi üniversite mücadelesinde, anti-kapitalist bir hatta tanımlıyoruz. Dolayısıyla biri geldiğinde de kendimizi buradan anlatmaya başlıyoruz.
Kaç kişilik bir örgütlenmeden bahsediyoruz? “Ben Direnişin Renkleri’nde örgütlüyüm” diyen kaç kişi var?
Helin: İstanbul, İzmir gibi kentlerde daha geniş bir ağ varken daha küçük kentlerde sayı biraz daha düşüyor tabii ki. Toplamda 200 ile 300 arasında diyebiliriz.
Direnişin Renkleri hangi alanlarda aktif, faaliyetleri nasıl çeşitleniyor?
Helin: Önce işleyişi aktarayım. Genel olarak komite ve meclis tipinde ilerliyoruz. Çalışmaları birleştirdiğimiz yerde il inisiyatifleri oluyor. İlde daha çok inisiyatif alan, çalışmaları planlayan arkadaşlarla ortak toplantılar alıyoruz. Onun dışında her il kendi özgün çalışmasını da yapıyor. İlden ile ihtiyaç da değişiyor.
Belli bir düzen içerisinde hem teorik hem pratik açıdan kendimizi geliştirmeye çalışıyoruz. Komite eğitimleri, meclis eğitimleri oluyor. Belli metinleri tartıştığımız çalışmalar oluyor. Sosyalleşme etkinlikleri olarak geziler, film atölyeleri, piknikler oluyor. Bilinç arttırıcı denilebilecek söyleşiler, paneller de organize ediyoruz ama bunları yaparken sokak ayağını hiçbir şekilde boş bırakmamaya çalışıyoruz.
Bizim için asıl mücadele alanı; sokaklardır, üniversitelerdir, kampüslerdir, iş yerleridir. Aslında böyle bir felsefeden ilerlemeye çalıştığımız için olabildiğince sokak eylemliliklerinin üzerine düşmeye çalışıyoruz. Sosyalleşme etkinliklerini, söyleşileri, panelleri de ihmal etmiyoruz. Zaten Onur Ayı, 20 Kasım, 17 Mayıs gibi dönemlerde ildeki diğer LGBTİ+ örgütleriyle mümkünse birlikte işler yapıyoruz.
Şehir örgütlenmeleri de olmasına rağmen Direnişin Renkleri, kampüs mücadelesinde çok aktif görünen bir örgüt. Üniversiteli LGBTİ+ hareketiyle ilişkinizi anlatmak ister misiniz biraz daha detaylı?
Sabriye: Üniversite, bir kişinin yetişkin olarak ilk kez kararlarını verebileceği, kendini keşfedebileceği alanlar oluyor. Üniversiteler lubunyalar için güvenli alanlar değil. Kendini var edebildiğin, kendini tanımlayabildiğin bir yandan ayrımcılığa ya da tacize uğradığında gidebileceğin yerlerin olmadığı, bunu ifade edebileceğin alanın olmadığı bir yer. Aslında buna karşı mücadele ediyoruz. Fobik dille de dildeki dışlayıcı tavırla da mücadele ediyoruz. Ya da görünürlüğümüzü kısıtlayan alanlarla…
Bugün Türkiye’de çok az üniversitede bir LGBTİ+ kulüp açabilirsiniz. Çünkü, üniversite yönetimi böyle bir şeye çoğu yerde izin vermez. Biz buralarda varız. O yüzden kendimizi üniversite mücadelesi olarak tanımlıyoruz. Hepimiz üniversitelerin de öznesiyiz o yüzden aynı zamanda direkt kendi sorunlarımızla da mücadele etmiş oluyoruz.
Bu yıl Onur Ayında nereye baksak, neredeyse hep Direnişin Renklerini gördük. Hem aktivistler olarak sizin için hem Direnişin Renkleri adına nasıl geçti Onur Ayı?
Helin: İzmir’i aktarayım. Direnişin Renkleri bu sene İzmir Pride’ın bir parçasıydı. Onur Ayı boyunca ve öncesinde, uzun süre emek verilerek toplantılarımızı yaptığımız Onur Yürüyüşünü örmeye çalıştık. Aynı zamanda komite dışında Direnişin Renkleri olarak kendi takvimimiz, etkinliklerimiz vardı.
Bir piknik meselesi var tabii ki. Direnişin Renkleri olarak İzmir Demokrasi Üniversitesi’nde ve Dokuz Eylül Üniversitesi’nde pikniklerimizi yaptık. Yoğun bir polis baskısıyla, devlet şiddetiyle karşılaştık.
İzmir’de Onur Pikniği başlamadan 2 gözaltı
Piknik yapmak için giden arkadaşlarımız darp edilerek gözaltına alındı. Gözaltına alınmayan arkadaşlar bir şekilde piknikleri gerçekleştirdi, hatta gözaltından çıkan arkadaşların pikniğe dahil oldukları bile oldu.
İzmir'de yine LGBTİ+ öğrenciler gözaltında
Bunları çok önemli buluyoruz. Tüm baskılara rağmen İzmir’de Onur pikniklerinin yapılabilmesi büyük bir iradeLGBTİ+ hareketi için. Bunu salt Direnişin Renkleri için söylemiyorum. LGBTİ+’ların iradesini görmüş oluyoruz.
Piknikler dışında İzmir’de Onur Yürüyüşü… Çok beklediğimiz gibiydi tabii ki. Çok yoğun bir polis şiddeti, yoğun bir baskı vardı. Daha ilk saniyelerden abluka altına alındık. Komite alana girdiğinde abluka altına alındı ve yine işkenceyle gözaltına alındık. O gün orada, devamında gözaltılar sonrasında il genelinde çeşitli eylemsellikler gerçekleşti. Örneğin, Kordon’a çıkarken bir sokakta 15-20 kişi olmalı, sayı bence çok önemli değil, kısa bir onur yürüyüşü gerçekleştirme iradesi gösterdi. Bunları çok önemli buluyoruz.
Onur Yürüyüşü sonrasında, Direnişin Renkleri’nin Pride değerlendirmesi için bir direniş çayı gerçekleştirmiştik. Oraya bile polis geldi, etkinlik bitimine kadar bekledi. Bizden ne kadar korktuklarını, mücadelemizi ne kadar baltalamaya çalıştıklarını görüyoruz.
İzmir’de Onur Ayı şiddet ayına dönüştü!
İstanbul’da çeşitli eylemlerimiz oldu, Adana’yı Sabriye anlatır. Nerede olursak olalım Onur Yürüyüşü bırakmadığımız, “Her Yürüyüşümüz Onur Yürüyüşü” sloganını hayata geçirdiğimiz bir ay oldu bence. Orada bir güç biriktirdik, sorumluluğumuz da arttı. Bunun bilincindeyiz ve bilincinde olarak ilerlemeye çalışıyoruz şu an.
Sabriye: Onur Ayı, Adana’da bizim için şöyle özeldi aslında: Uzun süredir yapılmıyordu. Bir kere denenmiş ama o da yapılamamış, doğrudan polis engellemesi olmuş. Gözaltı olmamış ama polis engellemesinin sonucunda gerçekleşememiş.
Biz bu yıl daha Direnişin Renkleri’nin tanışma etkinliğini yaparken Adana’da bir Onur Yürüyüşü hakkında konuşmaya başlamıştık. Dönemin sonuna doğru da Adana LGBTİ+ Dayanışma’yla ve bağımsız aktivistlerle bir araya gelerek örgütlemiş olduk orayı.
Bizim için şu önem taşıyordu: Onur Ayında bir şeyler yapmak, bunu bir hafta yapmak önemliydi. Basın açıklamasına giderken Adana Valiliği uydurma bir yasak getirdi. Orada kalkıp basın açıklaması için sokağa çıktığımızda bizim için çok güzel bir ortam oluştu. Adana’da lubunyaların varlığına dair, siyasilerin buraya baktığı bir zemin oluştu. Hem de o yasağa rağmen sokağa çıkabilmesi, lubunyaların kendini göstermesi önemliydi. Direnişin Renkleri de bu noktadan daha farklı bir yerde durmuyor. Yani Direnişin Renkleri’nde olmak benim için de şöyle bir şey ifade ediyor: Kendini ifade edebiliyor olmak, var oluşunu sürekli savunabilmek. Sistem sana sürekli sen yoksun, olmamalısın, senin yerin yok burada derken aslında biz kendimizi sisteme karşı var ediyoruz. Daha özgür bir lubunya hareketi inşa etmeye çalışıyoruz. Takıldığımız o LGBTİ+ fobik, cis-seksist şeyleri atabilmek için iç eğitimlerimiz de oluyor mesela, orada kendimizi de sürekli yeniden inşa etmeye çalışıyoruz. Daha özgür, kapsayıcı bir şekilde. O yüzden önemli bir şey ifade ediyor hem Pride’da olmak hem Direnişin Renkleri’nde olmak.
Alanları terk etmemek, hala var olduğumuzu haykırmak beraberinde zor deneyimleri de getiriyor. Şiddet, gözaltılar, yasaklar, sürekli oradan oraya koşturmalar… Hiç yorulmuyor musunuz? Yorulduğunuz zamanlarda sizi en çok motive eden şey ne oluyor?
Sabriye: Tabii ki her çalışma yorucu oluyor. Sadece çalışma değil, sistem tarafından sürekli sana karşı bir şeyin örgütleniyor olması… Yorucu bir tarafı tabii ki var. O noktada, bir arada olma hissi tutuyor. Aynı mücadeleyi verdiğin insanlarla bir arkadaşlık bağın, çok farklı bir duygu paylaşımı oluyor. O noktada yalnızlaştığını hissettiğin yerlerde örgütlü olmanın gücü oluyor elinde. Örgütlediğin kısım, polisle karşı karşıya geldiğin anların yoruculuğunun yanı sıra; onu başarmanın, yeni biriyle tanışmanın, aynı süreçlerden geçen birine deneyim aktarımında bulunmanın çok güçlendirici, seni sürekli ayakta tutan bir yanı oluyor benim açımdan.
Helin: Örgütlü mücadele, insana yorulunca bile tekrardan devam etmeliyim hissini getiriyor. O birlikte olma hissi, bütün zorluklara rağmen bir araya gelip bir filmi izleyip onunla ilgili konuşabilmek belki. Birçok problem yaşıyoruz sadece LGBTİ+ olduğumuzdan, kimliklerimizden dolayı da değil yani birçok problem yaşıyoruz. Bunun yanında bir direniş, bir mücadele bir alan var. Burası bizim alanımız. Kendi hayatımızı burada yeniden inşa ediyoruz hep birlikte.
Bütün bunlar güç veriyor umut da veriyor. Zaten bu aralar umut meselesi üzerine düşünüyorum. Örgütlü olmasam, herhalde umutlu bir insan olmazdım. Bunlar o yorgunluk hissinin, hem fiziksel hem mental yorgunluk hissinin önüne geçiyor.
“İyi ki örgütlüyüm, iyi ki buradayım, iyi ki lubunyayım” dediğiniz bir an varsa bunu anlatmak ister misiniz?
Helin: 25 Ağustos’ta şiir-şarap etkinliğimiz vardı. Sabahında da Hatay’dan depremle ilgili kötü bir haber aldım. Bayağı buhranlı girdim akşam etkinliğe. Kendimi toparlamak, oraya katkı sunmak zorundaydım. Psikolojimi hazırlamaya çalıştım. Etkinliğe gittik.
O etkinlikte de ilk kez aramıza katılacak yeni arkadaşlar gelmişti, güzel bir ortam vardı. Sonrasında kendi şiirlerimizden, Arkadaş’tan, başka şairlerden şiirler okuduk. Arkadaş Zekai’nin bir yurtta yaşadığı işkence olayı var belki bilirsiniz. Onun sonucunda yazdığı bir şiir var: “Adak”. Selman o şiiri okumuştu. Tabii ki birebir aynı değil, ama şunu gördüm: Arkadaş Zekai’nin yaşadığı şeylere benzer şeyler yaşıyoruz. “Üç yüz kişi iyi direndik üç bin askere” gibi bir dize vardı. O dizelerin üzerinden geçtik hep beraber. Sanki ben yaşamışım o olayları ben yazmışım o dizeleri gibi hissettim. O an dedim ki ne yaşamış olursam olayım, bir mücadele içerisinde olmak çok kıymetli. İyi ki böyle olmuş, gerçekten iyi ki lubunyayım. İyi ki Direnişin Renkleri’ndeyim, iyi ki yoldaşlarım var.
Sabriye: Bende de şöyle: Bu sene Adana Pride’da gözaltı olduktan sonra… Öyle güzel bir şey ki yaptığından eminsin, otobüste işte çok gururluyduk. Mutluyduk. Hiç kimsede panik anı yok. Bazı arkadaşlarımız ilk kez böyle bir şeyle karşılaşmış olmasına rağmen. Bir yandan İzmir’den arkadaşlar mesajlar atmaya başladılar. Çok güçlendirici, çok güzel bir andı.
Sizce hangi ihtiyaca, hangi soruna bir cevap buluyor ki Direnişin Renkleri bu kadar çok kişiye ulaşabiliyor?
Sabriye: Hem direkt üniversitede, yaşamın içinde yaşadığımız sorunlara karşı mücadelemiz sayesinde hem sokak hem de bilinç arttırma için aldığımız reflekslerden. Hem olabildiğince kapsayıcı, hiç kimsenin diğerinin özneliğine zarar vermediği, ezmediği yani bir şey yanlış biliniyorsa kavram tartışılıyorsa onu öğrenmeye sürekli bir açıklık koyuyoruz. Ya da biri kendini rahatsız hissediyorsa o konuda hemen onu anladığımız yere çekmeye ya da yeni bir tartışma konusu yaratmaya çalışıyoruz ki aşabilelim o durumu. Sistemin bize yaptıklarını, biz birbirimize yapmamaya çalışıyoruz.
Helin: Sistem LGBTİ+’ları o kadar sindirmeye odaklı bir sistem ki bunun sonucunda bazen sinebildiğimiz, yılabildiğimiz durumlar olabiliyor LGBTİ+’lar olarak, doğalında. Bence Direnişin Renkleri bu noktada bir adres oluyor. Bir yandan cüretkar, hiçbir alanı bırakmayan, biz buradayız diyen ama bir yandan da kimseyi geride bırakmayan yani o korku iklimi, o yıldırma çabaları karşısında oluşabilen umutsuzluğu, endişeyi görebilen; bu iki olguyu görebilen, dengeleyebilen bir noktada ilerleyebildiğimizi düşünüyorum.
Direnişin Renkleri’nde örgütlenmeyi düşünen ya da sizle yeni tanışan insanlara nasıl bir mesajınız olur?
Helin: Biz buradayız. LGBTİ+ fobiye karşı, LGBTİ+ yoksulluğuna karşı emeğimizin, bedenimizin, kimliklerimizin yok sayılmasına, sömürülmesine karşı buradayız ve bir mücadele yürütmeye çalışıyoruz. Bütün LGBTİ+’lar özgürleşmedikçe hiçbirimiz özgür değiliz aslında. Bu yolda bütün LGBTİ+’ların birlikte hareket etmesine ihtiyaç var.
Son soru bir hayal etme egzersizi olacak. Gelecekten bir günü tasvir etmenizi rica edeceğim: Mücadelemiz çığ gibi büyümüş, daha güzel bir geleceği inşa etmeye başlamışız. Nasıl bir gün o?
Sabriye: Bence özel bir şey yapmaktan ziyade bazı şeyleri yapabilmenin rahatlığı olabilirdi. Daha demokratik koşullarda, toplumsal cinsiyet rollerinin tamamen yıkıldığı bir şey hayal ettiğimde, aslında bizi özgürleştiren kavramların hayatımızda olmadığı bir şeyi hayal ediyorum. Bu kavramlarla kendimi tanıtmaya ihtiyaç duymadığım, yaptığım her şeyin kabul gördüğü bir dünya. Normal hayat standartlarına geçtiğim bir gün diyebilirim.
Helin: Aklıma spesifik bir şey gelmedi; ancak herhangi bir gün değil de bir onur yürüyüşü sabahı olsa, daha iyi bir yer olsa, tamamen istediğimiz gibi olsa, çok daha iyi bir dönemde olsak Onur Yürüyüşü nasıl olurdu acaba? Binlerce kişinin katıldığı, o an sadece LGBTİ+ özgürlüğünü kutlamak olduğu bir sabah nasıl olurdu?
Çerez Politikası
Size en iyi hizmeti sunabilmek ve reklam çalışmalarında kullanmak amacıyla sayfamızda çerezlerden faydalanıyoruz. Sayfamızı kullanmaya devam ederek çerez kullanımına izin vermiş oluyorsunuz. Çerezler hakkında ayrıntılı bilgiye Çerez Politikamız'dan ulaşabilirsiniz.