Kampüsten Uzakta #3 - Gökhan Kabacaoğlu değerlendiriyor
#2 “Bir hafta içinde iki kez yurttan atılmak çok yıpratıcı bir süreçti”
Öğrencileri barınma krizinin orta yerine bırakan yurtların boşaltılmasını ve uzaktan eğitim kararını bu kez bir akademisyen, Psikolojik Danışma ve Rehberlik alanında çalışan Gökhan Kabacaoğlu değerlendiriyor. Hacettepe Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olan Kabacaoğlu değerlendirmesine, Türkiye’deki eğitim alanındaki çarpıklığı sorgulayarak başlıyor:
“Öncelikle Türkiye’de eğitimin öteden beri bilimsel ilkeler doğrultusunda ele alınmadığı ve profesyonel bir alan olarak görülmediği tespitini yapmak gerek. Amiyane tabirle ipini koparanın eğitimci sıfatını kendine yakıştırabildiği, eğitim üzerine ahkam kesebildiği ve hatta eğitim politikaları ve uygulamalarıyla ilgili karar verici konuma gelebildiği bir ülkede yaşıyoruz. Eğitim alanı, bilimsellik ve profesyonellik ilkelerinden uzak insanların elinde gerçek etki yaratabilecek bir araçtan ziyade ‘-mış gibi yapmanın’ yeterli görüldüğü alelade bir uğraşı halini alıyor. Dolayısıyla eğitimin niteliğinin önemsenmediği bu tür kararların kolaylıkla alınabilmesi sürpriz değil.
Üniversite, öğrencilerin çok çeşitli açılardan uyum sürecine ihtiyaç duydukları bir ortam. Zira üniversiteye başladığınızda, aldığınız eğitimin içeriğinden bir arada olduğunuz insanlara, fiziksel çevrenizden rutinlerinize kadar hayatınızdaki pek çok unsur radikal bir biçimde değişiyor. Yüz yüze eğitimin sık ve uzun sürelerle kesintiye uğraması bu uyum sürecini baltalayan bir etkiye sahip. Aynı zamanda kampüs yaşamından uzak kalmak öğrencilerin motivasyonunu da oldukça olumsuz etkiliyor. Bu olumsuz etkiler bazı öğrenciler için yüz yüze eğitime geri dönüldüğünde dahi uzunca bir süre devam edebiliyor. Tüm bunları pandemi sırasında ve sonrasında ilk elden deneyimledik. Uzaktan eğitim kararına bu seviyede karşı çıkılmasında bu olumsuz deneyimin de büyük etkisi var.
Öğrenciler, akademisyenler, uzmanlar tarafından uzaktan eğitime getirilen eleştirilerin arkasındaki argümanı değerlendiren Kabacaoğlu, üniversite bileşenlerinin “yüz yüze” gelmesinin neden önemli olduğunu açıklıyor:
“Eğitim basit bir bilgi aktarım sürecine indirgenmemeli. Üniversiteler öğrencilere belirli bir alanda uzmanlık bilgisi kazandırmanın ötesinde bağımsız yaşam sürme, öz-disiplin sağlama, ekip çalışması yürütebilme, farklı kültürlere saygı duyma gibi çok çeşitli kişisel ve sosyal beceriler de kazandırıyor.
Uzaktan eğitim ile bilgi aktarımı yeterli seviyede sağlansa dahi -ki bunun ne ölçüde yapılabildiği oldukça tartışmalı- ideal bir eğitim sürecinin ayrılmaz parçası olan kişisel ve sosyal gelişimi sağlamak için yüz yüze etkileşime mutlaka ihtiyaç var. Yaşanan deprem felaketi sonrasında, yüz yüze eğitimin bu olumlu çıktılarına her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz da ayrıca değinilmesi gereken bir nokta.
Deprem bölgesinde yaşayan veya burada bir yakını-arkadaşı bulunan yüz binlerce öğrenci ciddi bir psikolojik travmaya maruz kaldı. Ayrıca depremden doğrudan etkilenmemekle birlikte, felakete bağlı dolaylı travma etkileriyle başa çıkmaya çalışan sayısız öğrenciyi de es geçmemek gerek. Bu tür durumlarda sosyal destek mekanizmalarının varlığı ruh sağlığı için hem koruyucu hem de iyileştirici bir etken. Üniversite öğrencileri için ise genellikle en önemli sosyal destek mekanizması üniversitedeki arkadaşları. Yüz yüze eğitim, öğrencilerin bir araya gelmelerinin ve mevcut sosyal destek mekanizmalarını etkin bir şekilde kullanabilmelerinin tek yolu. Hal böyleyken uzaktan eğitim uygulaması alınabilecek en yanlış kararlardan biri.
Uzaktan eğitim uygulamasının sadece eğitimin niteliği sekteye uğratmadığını hatırlatan Kabacaoğlu, üniversiteleri üniversite yapan en önemli bileşenlerden öğrenci topluluklarının faaliyetlerinin duraklamasına ise ayrıca vurgu yapıyor:
“Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal atmosfere ve yükseköğretim sisteminin bütün eksikliklerine rağmen üniversite kampüslerinin Türkiye’deki en özgürlükçü ortamlar olduğunu söylemek mümkün. Ancak bu sınırlı özgürlükçü ortam yalnızca öğrencilerin doğrudan etkileşimiyle varlığını sürdürebilir.
Üniversiteleri sıradan eğitim kurumlarının ötesine geçiren unsurların başında öğrenci toplulukları geliyor. Türkiye’de olumlu bir kampüs atmosferine ve kendine has bir kültüre sahip olduğunu varsaydığımız üniversitelerin tamamında öğrenci topluluklarının çok etkin olduğunu görüyoruz. Bunlar karşılıklı olarak birbirini besleyen şeyler. Pandemi dönemindeki uzaktan eğitim süreci, öğrenci topluluklarının pek çoğunun faaliyetlerini gerçekleştirememesine, bir şekilde faaliyette bulunanların ise bunlardan yeterince verim alamamasına neden oldu. Pandeminin üzerinden çok geçmeden ikinci bir uzaktan eğitim deneyimine maruz kalmak öğrenci topluluklarını çok daha olumsuz etkileyebilir.
Ancak öğrenci toplulukları işin sadece bir boyutu. Normal koşullarda akademik etkinliklerden öğrencilerin vakit geçirdiği mekanlara kadar pek çok unsur üniversite kampüslerinin canlı bir sosyal dokuya sahip olmasına katkı sağlıyor. Uzaktan eğitim ise zaman içinde kurulan bu sosyal dokunun, dolayısıyla üniversite kültürünün ve kampüs atmosferinin ciddi ve kalıcı olarak zarar görmesine neden oluyor.”
Kabacaoğlu uzaktan eğitim kararının, aile evine dönen LGBTİ+ öğrencilerin iyilik halinde yaratacağı muhtemel zararları şöyle özetliyor:
“Uzaktan eğitim kararı, KYK yurtlarında barınanlar başta olmak üzere pek çok öğrenciyi aile evine dönmeye mecbur bırakacak. Ancak aile evi maalesef her koşulda en güvenli ortam değil. Pek çok genç birinci ve ikinci derece yakınları tarafından sözlü, fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz bırakılıyor. Türkiye, OECD ülkeleri arasında ev içi şiddetin en yaygın görüldüğü birkaç ülkeden biri.
Bunun üzerine Türkiye’de LGBTİ+’lara yönelik süregelen ve bizzat siyasal iktidarın çanak tuttuğu yoğun ötekileştirme ve ayrımcılık pratiklerini de eklediğinizde, uzaktan eğitim kararının pek çok LGBTİ+ öğrenciyi ciddi bir risk altında bırakması kaçınılmaz. Üstelik bu riskler LGBTİ+ öğrencinin ailesine doğrudan açılmadığı durumlarda dahi varlığını büyük oranda sürdürüyor.
Aile veya ev içi şiddete maruz kalma ihtimali bir yana, üniversite kampüsleri LGBTİ+ öğrenciler için kimliklerini keşfedebildikleri ve varoluşlarını nispeten özgürce yaşayabildikleri ortamlar. Bu ortamdan mahrum kalmanın LGBTİ+ öğrencilerin psikolojik iyi oluşuna hizmet etmeyeceği açık. Dolayısıyla bu durum içinde bulunduğumuz koşullarda LGBTİ+ öğrencileri maalesef çok daha kırılgan hale getiriyor. “
Mevcut tablonun olumsuz taraflarına rağmen Kabacaoğlu, iyimserliğimizi korumamızı sağlayabilecek birkaç etmene vurgu yapıyor:
“İçinde bulunduğumuz koşullara rağmen uzaktan eğitim kararına gerek akademisyenler gerekse öğrenciler tarafından yoğun itirazların dile getirilebilmesi bunların başında yer alıyor. Bundan sonrası için ihtiyacımız, bu gibi akıl dışı kararlara ısrarlı itirazlarımızı sürdürmek, uzaktan da olsa birbirimizle dayanışmayı büyütmeye çalışmak ve daha iyi bir geleceğe dair umudumuzu canlı tutmak.”
“Kampüsten Uzakta” lubunyalar ne yaşıyor?
Çerez Politikası
Size en iyi hizmeti sunabilmek ve reklam çalışmalarında kullanmak amacıyla sayfamızda çerezlerden faydalanıyoruz. Sayfamızı kullanmaya devam ederek çerez kullanımına izin vermiş oluyorsunuz. Çerezler hakkında ayrıntılı bilgiye Çerez Politikamız'dan ulaşabilirsiniz.