“… ta ki herkes anlayana kadar – çünkü ancak birlikte başarabiliriz.”
ÜniKuir Blog Meydan, kampüsleri ve sokakları terk etmeyenlerin sesini açıyor. 19 Mart’tan bugüne pek çok şey konuşuluyor, Sırbistan da. Biz de kapısını çaldık akranlarımızın, duygudaşlarımızın, yoldaşlarımızın. İlk 3 bölümde Anja’yı dinliyoruz…
Merhaba! Başlamadan kendini Türkiyeli okuyuculara tanıtabilir misin?
Sevgili Türkiyeli arkadaşlarım, öncelikle yaptığınız her şey için sizi tebrik etmek ve gayretlerinizin sürekliliği için size güç ve başarı dilemek istiyorum!
Benim adım Anja Despotović, Belgrad Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Fakültesi’nde Biyomedikal Mühendisliği okuyorum. İlgi alanlarım oldukça geniş ve çeşitli, birçok hobim var, bu yüzden her zaman hızlı tempolu ve proaktif bir yaşam sürdürdüm. Öğrenci kapatma eylemlerinin başladığı ilk günden beri aktifim. Benim fakültemin kapatma eylemlerine dahil olması ile önemli oranda halkla ilişkiler ve medya çalışma grubuna katkı sağlar oldum. Bunun yanı sıra, medya karartmasını aşmak ve insanları doğrudan temas ve sohbet yoluyla daha iyi bilgilendirmek amacıyla kurduğumuz “Her Köye Bir Öğrenci” isimli çalışma biriminin de parçasıyım. Hedefimiz aynı zamanda girişimlerimizi merkezin ötesine taşımak ve kapatmaların başlamasından bu yana kamu yetkilileri ve iktidar yanlısı medya tarafından hakarete ve yalanlara maruz bırakılan öğrencilerin imajını yeniden insani boyutuna döndürmek.
Protestolara nasıl katıldın? Başlangıçta seni çağıran şey neydi?
Bu ülkedeki sorunlar 1 Kasım 2024’te başlamadı – on yıllardır burada ve birikiyordu. Belirli aralıklarla zirveye ulaşıp halk tepkisini her yirmi sekiz yılda bir (1968, 1996, 2024) tetiklediğini görüyoruz. Bugün, tarihimizde üçüncü kez, öğrenci protestolarıyla başlayan bir süreç bu aslında. Novi Sad’daki tren garı kanopisinin çökmesi ve 16 kişinin ölmesi, bardağı taşıran son damla oldu.
Sırp toplumu geçmişte birçok kolektif travmaya maruz kaldı ve bunların hiçbiri olması gerektiği gibi anlaşılamadı. Bu travmalar, dünya savaşlarından 1990’lardaki savaşlara ve Başbakan Đinđić’in suikastına, oradan da daha yakın tarihli travmatik olaylara kadar, nesilden nesile aktarıldı. Bugünün öğrencileri, biz doğmadan önce bile yaşanmış olaylardan derin şekilde etkilenmiş durumda. Buradaki öğrencilerin yaşlılarından biriyim, Yugoslavya’nın NATO tarafından bombalandığı dönemde doğdum ve en erken anılarımdan birisi Đinđić’in suikastı. O zamanlar siyasi bağlamı anlayamıyordum ama haber geldiğinde ailemin ve büyükannemin yaşadığı şoku ve endişeyi duygusal düzeyde derinden hissetmiştim.
Bu ülkenin ilk demokratik başbakanının suikasta kurban gitmesini özellikle vurguluyorum çünkü bu olayın, izleyen yıllarda olan ya da daha doğrusu olmayan her şeyin temelinde yattığını düşünüyorum. Ebeveynlerimizin kuşağı, otuz yıl önce Milošević rejimine karşı bizimkine benzer bir mücadele verdi ve 5 Ekim 2000’de sonunda kazandıklarına inandılar. Bugün sıkça “6 Ekim hiç gelmedi” derler – çünkü o dönemde kilit pozisyonlarda bulunan bazı insanlar bugün tekrar iktidarda. Ancak ben bu görüşe tamamen katılmıyorum – onların mücadelesinin önemini küçümsemek adil olmaz; çünkü bazı olumlu değişimler gerçekten yaşandı ve ülke doğru, demokratik bir yöne gidiyordu.
Ta ki 14 Mart 2003’teki suikasta kadar.
O günden itibaren, 1996’daki öğrenci protestolarına katılan kuşaklar arasında acı bir hayal kırıklığı hissi büyümeye başladı – ve bizim kuşak bu hayal kırıklığı üzerine yetişti.
Bugünün öğrencilerinin çoğu bu umutsuzluğun içine doğdu ve hep “Bu ülkeden git! Burada işler asla düzelmez” gibi nasihatlerle büyüdük. Böyle bir noktadan hareketle, bu karamsar ifadeleri destekleyen pek çok olay sebebiyle bizim yaşımızda doğal olması gereken isyan duygusu için gerekli iradeyi ve hevesi kendimizde bulmak son derece zordu. Sanki bu yüzden hepimiz o uyuşukluk halinde uykudaydık; sadece kendimiz için ve bir gün bir yerlere gitmek üzere geleceğimiz için çalışıyorduk. Bu sırada aynı insanlar 13 yıldır ülkeyi yönetiyor, bir skandaldan diğerine atlıyor, felaket üstüne felaket yaşanıyor ama sorumlulara hiçbir yaptırım uygulanmıyordu. Birçok insan için bu açıklama oldukça açık. Buna rağmen, her şey böyle devam etmedi.
Bu rejime karşı protestolar 2017’de, Belgrad’ın Savamala semtinde yasadışı şekilde yıkılan binaların yerine hükümetin “Belgrad Waterfront” projesini inşa etmesinden sonra başladı. Bu benim katıldığım ilk protestoydu – ve o günden beri her protestoda yer aldım. O ilk protestodan kalan düdüğüm hâlâ bende ve hâlâ kullanıyorum. O günden bu yana Sırbistan’da, özellikle Belgrad’da birçok protesto düzenlendi ama hiçbiri başarılı olamadı. Bugünkü öğrenci protestolarını önceki tüm protestolardan ayıran en önemli fark, siyasi ya da partisel bir güdüyle hareket etmiyor olmaları –hükümet bunun böyle olmadığını göstermeye çalışsa da. Halk –ve öğrenciler– muhalefete güvenmiyor, çünkü yıllar boyunca samimi bir mücadele verdiklerine ya da arkasında durmamız gerektiğine dair hiçbir inandırıcı adım atmadılar. Şimdi hareketin başında öğrenciler var ve birçok genç sokakta. Otuz yıl önce protesto eden öğrencilerden farklı olarak, bizim ne arkasında durabileceğimiz bir muhalefet var ne de dışarıdan bir destek çünkü Avrupa kendi finansal çıkarlarının peşinde (Rio Tinto vs.). Sırp hükümeti iktidarda kalmak için her şeyi feda edebilir ya da satabilirdi, ve bu durum bedel ödeyen Sırbistan halkı dışında kimse için sorun değildi. Bu yüzden biz –vatandaşlar ve öğrenciler– az çok kendi başımızayız. Bu da hareketi hem daha zor hem de daha samimi ve dürüst kılıyor.
Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda, öğrenci hareketine en başından bu yana aktif katılımımın beklenmesi benim için tamamen doğaldı. Sanki tüm hayatım boyunca buna hazırlanmışım gibi hissediyorum – yıllardır beni içten içe rahatsız eden her şeyi kolektif bir eylem yoluyla, diğer öğrenciler ve yurttaşlarla omuz omuza çözme zamanı nihayet geldi. Yıllar içinde, pek çok sebebin yanı sıra kendi kayıtsızlığımız ve eylemsizliğimiz sebebiyle de içine çekildiğimiz bu durumdan çıkmak için, her birimizin bu olaylardaki rolünü fark etmesi ve kendi payına düşen sorumluluğu üstlenmesi gerekiyordu. Öğrenciler bunu anladı ve şimdi toplumun büyük bir kısmı da aynı farkındalığa ulaştı. Adım adım ilerliyoruz, ta ki herkes anlayana kadar – çünkü ancak birlikte başarabiliriz.
Sırbistan’da ülke çapındaki protestolara yol açan olayları nasıl açıklarsın?
1 Kasım 2024’te tren garının kubbesi çöktü ve 16 kişi hayatını kaybetti. Bu olaya kaza demek mümkün değil, çünkü istasyon kısa süre önce yeniden inşa edilmişti ve iktidar partisinin seçim kampanyası kapsamında kamu yetkilileri ve medya eşliğinde iki kez resmi olarak açılmıştı. Tüm bu olayın ardında yatanın yolsuzluk olduğuna dair çok sayıda gösterge var; bu yolsuzluk, taşeronlardan ana yüklenicilere, denetim kurumlarına ve hatta cumhurbaşkanlığı ofisi ile çeşitli bakanlıklara kadar uzanan geniş bir ağı kapsıyor. Projenin toplam maliyeti, başlangıçta zaten yüksek olan bütçenin dört ile beş katı üzerine çıkmış durumda – ve cumhurbaşkanlığı ofisinden gelen bazı e-postalar, yolsuzluğa işaret ediyor. Projede yer alan mühendislerden biri olan Zoran Djajić, kanopinin çökmesinin hemen ardından kamuoyuna açıklamalarda bulunarak birçok usulsüzlüğü dile getirdi. Bugüne kadar olayla ilgili hiç kimse sorumlu tutulmadı. Öğrencilerin ilk talebi, Novi Sad’daki tren garının yeniden inşasıyla ilgili tüm belgelerin – hem proje bazlı hem de mali belgelerin – kamuoyuna açıklanması. Nihai hedef ise tüm sorumluların tespit edilmesi ve cezai kovuşturmaya tabi tutulması. Biz, kurumların yasalara uygun ve şeffaf şekilde görevlerini yerine getirmesini talep ediyoruz, ancak bu ülkede kurumlar uzun zamandır derin şekilde yozlaşmış durumda ve rejimin hizmetinde çalışıyorlar.
Kanopinin çökmesinin ardından önce Novi Sad’da, ardından Belgrad’da aktivistler, vatandaşlar ve muhalefet tarafından protestolar düzenlendi. Bu protestoların sembolü kırmızı eller oldu, kırmızı boyaya batırılmış el ya da eldivenler. Bu sembol, bu suça karıştığından şüphelenilen tüm yetkililere ve mevcut rejimin önceki tüm skandallarına atıfta bulunan “Elleriniz kanlı!” sloganıyla birlikte kullanıldı. Bu kırmızı el sembolü daha sonra öğrenciler tarafından da benimsendi.
Bu protestolar sırasında bazı aktivistler hukuka aykırı şekilde gözaltına alındı ve tutuklandı. Bu da üçüncü öğrenci talebinin ortaya çıkmasına neden oldu: Tüm aktivistlerin serbest bırakılması, haklarındaki tüm suçlamaların düşürülmesi ve başlatılmış olabilecek tüm ceza soruşturmalarının sona erdirilmesi. Bu talepler belirlendikten sonra bile, öğrencilerin, aktivistlerin ve muhalefet üyelerinin hukuka aykırı şekilde tutuklanmaları ve gözaltına alınmaları devam etti.
Bu hareketi karakterize eden bir diğer unsur ise, farklı yerlerde ve şehirlerde, tam olarak kanopinin çöktüğü 11:52’de eş zamanlı olarak gerçekleşen daha küçük çaplı kavşak ve cadde kapatmalarıdır. Bu yol kapatmalar, kurban sayısı arttıkça önce 14, sonra 15, sonra da 16 dakika sürer oldu. Kurbanları anmak amacıyla tamamen sessizlik içinde gerçekleşiyorlar. Başlangıçta haftada bir kez düzenlenen bu yol kapatmaları, şimdi her protesto ve toplantının vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Belgrad’daki teknik fakültelerdeki öğrenciler bu kapatmaları her gün düzenlemeye başladı ve kısa sürede bu uygulama birçok yerde benimsendi.
Bu tür barışçıl bir yol kapatma sırasında, mesela kurbanları anmak üzere sessizlik içinde gerçekleştirilen ve öğrenci kapatmalarının başlamasından önce düzenlenen bir etkinlikte, Belgrad’daki Tiyatro Fakültesi’nden bazı öğrenciler ve hocalar, iktidar partisiyle bağlantılı olduğu iddia edilen ve bazıları şu anda kamu görevinde bulunan kişilerin fiziksel saldırısına uğradı. İkinci öğrenci talebi, bu saldırılara karışan kişilerin tutuklanması, yargılanması, cezai sorumluluğa tabi tutulması ve kamu görevlerinden alınmasıydı. Ancak bu kişiler cezai olarak sorumlu tutulmak yerine, terfi ettirildi ya da Cumhurbaşkanı ile birlikte iktidar partisinin mitinglerinde boy gösterdi. Bu saldırıların ardından Belgrad’daki Tiyatro Fakültesi kapatma eylemlerine dahil oldu ve onu Sırbistan’daki üniversite şehirlerindeki diğer fakülteler izledi.
Bu olaylardan sonra öğrenciler liderliği devraldı –kendi içimizdeki fakültelerde ve üniversitenin genelinde, ayrıca farklı üniversite şehirleri arasında işleyiş ve işbirliği sistemi kurarak plenumlar (genel meclisler) yoluyla örgütlendik. Diğer büyük şehirlerde de protestolar başladı, bu da şehirden şehre yürüyüşlere, bisiklet turlarına ve bayrak yarışlarına dönüştü. Bu turlar Sırbistan’ın çeşitli kasaba ve köylerinden geçerek devam etti. Halk uyandı, umut da öyle. Ve artık Sırbistan’ın en küçük kasabalarında bile her gün protestolar ve kapatma eylemleri gerçekleşiyor. Öğrencilerin önerisiyle vatandaşlar da yerel halk meclisleri kurmaya başladı.
Protestoları sosyal ve siyasi olarak nasıl konumlandırıyorsun?
Daha önce de söylediğim gibi, şu anda gerçekleşmekte olan öğrenci protestoları tamamen partiler üstüdür. Öğrenciler olarak, tıpkı genel halk gibi, muhalefete güven duymuyor ve bizden ne önde ne de arkada yer alan tüm siyasi ve aktivist örgütlerden uzak duruyoruz. Kamunun kafasında herhangi bir yanlış anlaşılma oluşmasını istemiyoruz. Bizzat kendi geliştirdiğimiz örgütlenme sistemine güveniyoruz. Bu nedenle tüm siyasi aktörlerden, örgütlenmeye karışmamalarını ve etkinliklerimize sadece birer yurttaş olarak katılmalarını istedik ve şimdiye kadar hem muhalefet hem de aktivistler bu isteğe tamamen saygı gösterdi. Onların bağımsız eylemlerini bastırmak istemiyoruz, bilakis sadece kamuoyunun güveni açısından onlarla ilişkilendirilmek istemiyoruz. Muhalefetin bu süreçteki tam eylemsizliğine bazen şaşırıyorum. Sanki biz onlardan uzaklaştığımız için rahatlamışlar gibi davranıyorlar. Ve artık hiçbir şey yapmamak için meşru bir gerekçeleri varmış gibi.
Vurgulamak isterim ki öğrenci hareketi sadece son birkaç ayda yaşananların müsebbibi değil, aynı zamanda daha öncesinde olan her şeyin de ürünüdür. Yıllar boyunca toplumda birikmiş olan her şeyin ve öğrenci kapatma eylemlerinden hemen önce yaşanan olayların bir sonucu. Belki de kanopinin çökmesinin ardından aktivistler –bazıları bu sırada tutuklandı– tarafından düzenlenen protestolar ve performanslar olmasaydı, öğrencilerin kapatma eylemleri hiç başlamayacaktı. Öğrenci kapatma eylemleri, bu olaylardan yaklaşık bir ay sonra başladı. Bu, aktivistlerin kapatma eylemlerini organize ettiği ya da planladığı gibi bir anlama gelmiyor. Sadece herkesin bu süreçte bir rolü olduğunu ve bunun da böyle olması gerektiğini söylüyorum. Tüm öğrenciler bu görüşümü paylaşmayabilir, ama bence adil olmak önemli.
Çerez Politikası
Size en iyi hizmeti sunabilmek ve reklam çalışmalarında kullanmak amacıyla sayfamızda çerezlerden faydalanıyoruz. Sayfamızı kullanmaya devam ederek çerez kullanımına izin vermiş oluyorsunuz. Çerezler hakkında ayrıntılı bilgiye Çerez Politikamız'dan ulaşabilirsiniz.