Mahmut Şeren, "unutmamak için" yazdı.
Bu yazıyı, hatırlamanın ne denli büyük bir hazine olduğunu anladığım şu günlerde unutmamak için yazıyorum. Aslında yaşananların bir özetini yapmak mümkün gibi gelmiyor. Muhtemelen Antakya’da gördüklerimin veya duyduklarımın çoğunu da yazamayacağım. Korkudan değil, ne yazık ki bazılarını ne kadar az kişi bilirse o kadar iyi olduğunu düşünüyorum. Ama birçoğunu da bütün dünya duysun isterim.
Elimizde, hayatta kalanlarla dayanışmak ve depremin siyasetini yapmak dışında bir şeyin kalmadığını görüyorum. Her ikisinin de ertelenemeyeceğini ve bir arada ilerlemesi gerektiğini düşünüyorum. Siyasetin tanımını birçok farklı cümleyle yapmak mümkün. Hatta belki de zaman zaman anlamı değişiyordur. Siyasetin benim için bugünkü anlamı; gelecek için uyarmak, acıyı, umutsuzluğu, öfkeyi, isyanı tarif etmek, hayatta kalanlara umut olmak ve en önemlisi kaybettiklerimiz için hesap sormaktır.
Siyaset yapmak için bundan daha doğru bir zaman olduğunu düşünmüyorum. Bilime kulak asmamak, uzmanlık gerektiren kadrolarda liyakati esas almak yerine partizanlık yapmak, özür dileyeceği yerde tehdit etmek, her türlü dezenformasyonun bizzat üreticisi olup halkın kısıtlı da olsa doğru bilgiye eriştiği yayın organlarına ceza yağdırmak, halkın boğazına yapışan çetelerin vergi borçlarını silip her afette IBAN paylaşmak siyasi tercih değilse nedir?
Çadırların en son Alevi köylerine gitmesinin, binada kalan canlılar hayvanlar olunca sorumluluk almanın önemsizleşmesinin, yaşanan yönetim krizinde ilk feda edilenin üniversiteliler olmasının, herkesle birlikte cehennemi yaşayan LGBTİ+’ların felaketin sınırında bile eşit olamamasının, bölgedeki çocukların medya eliyle istismar edilmesinden tutun devletin en temel görevini tarikatlara devretmiş olmasına kadar her türlü çocuk hakları ihlalinin siyasetle ilgisi yok mudur?
- Antakya’nın kendi kaderine terk edilmesinin, depremin ilk günü yok sayılmasının
- “Ses yok” dedikleri enkazlara ellerini sürmeyip insanların cenaze dahi çıkacak olsa çalışılmasını istemesini “lüks” görmelerinin
- Üstüne o enkazlardan günler sonra canlı olarak çıkarılan insanları sanki kendileri terk etmemişler gibi “mucize” adını vermelerinin
- Günler geçse bile hiç profesyonel arama kurtarma ekibi görmemiş yüzlerce enkazın
- Deprem zamanında en çok ihtiyaç duyulacak olan hastanelerin dahi depreme dayanıksız olduğunun yıllarca bilinmesine rağmen önlem alınmamasının
- Hiç alakamız yokken bize hilti, kompresör, kriko gibi kelimelerin ne anlama geldiğini öğrenmek, hatta orada tüm bunları kendi imkanlarımızla bulmak zorunda bırakmalarının
- Enkazlardan günden güne azalarak gelen seslerin başında bekleyerek büyüyen çaresizliğin
- Yakınlarımızın kurtulmasına değil, cenazelerinin bulunmasına sevinecek kadar acı içine düşürülmenin
- Yönettiği şehir yerle bir olmuşken müteahhitlere övgüler düzen belediye başkanı yüzsüzlüğünün
- Saatler geçmesine rağmen Hatay’dan haber alınmadığı gerçeği ortada dururken sosyal medyaya kısıtlama getiren kötülüğün
- Bunca olan bitene rağmen bir kişinin bile istifa etmeyerek bizleri alıştırmaya çalıştıkları yüzsüzlüğün
- Yoksulluğun, rantın, hırsın, ihmalin, liyakatsizliğin vahşet doğurduğu bu düzeni bize kader diye yutturmaya çalışmalarının siyasetini elbette yapacağız.
Siyaset yaparken, bizim de bir defterimizin olduğunu göstereceğiz. Bizim defterimiz halkın hanesine gözyaşı, zorbalık ve şiddet; muktedirin hanesine ise güç, servet ve kayırmacılık yazmıyor. Bizim defterimizde farklı yer ve zamanlarda gerçekleşse bile birbirine kol kanat germiş, aynı mücadelenin yoldaşı olmuş, birlikte hesap soracağı günü bekleyen acılar yer alıyor.
- “Devlet nerede” diye soranları gözaltına alarak devletin kendini hatırlattığını
- Yakınlarını, evlerini, işyerlerini, çocukluğunu, geçmişini, yani her şeyini kaybetmiş insanlara ilk günden itibaren parmak salladıklarını, hızlarını alamayıp hakaret ettiklerini
- Canlarını kurtaramadıkları insanlara kefen bile ulaştırmayı beceremediklerini
- Enerjilerini bir kişinin yarasına merhem olmaya çabalamak yerine muhalefetin ve sivil toplumun gösterdiği dayanışmayı perdelemeye harcadıklarını
- Halkın yeniden inşa ve rehabilitasyon süreci için politika üretilmesi talebine “futbol maçları seyircisiz oynansın” karşılığını verenleri
- Biz her acı çektiğimizde, isyan ettiğimizde ve makul bir açıklama beklediğimizde üniforması veya kravatıyla kameraların karşısına geçip bıyık altından bize gülmelerini
- Hiçbir hazırlığın olmadığı aşikarken enkazların başında cenazelerini bile günlerce alamadan titreyerek bekleyen insanları görmeyen medyanın, sanki arama kurtarma faaliyetleri büyük bir başarı ve özveriyle ilerliyor gibi göstererek iktidarın algı operasyonuna piyon olmasını
- Elindeki malı depremden etkilenen halka pahalıya satandan sahibi olduğu evin kirasını artırana, yeniden inşa sürecinde alacağı ihaleleri düşünüp avuçları kaşınanlardan halkın barınmak için beklediği çadırları kendisine alıp propaganda aygıtına dönüştürenlere, felaket bahanesiyle işkenceye sarılanlardan hiçbir zaman asıl sorumluyu göstermeyip her seferinde mazlum bir grubu veya halkı hedef alarak zulmetmeyi gündelik yaşamının bir parçası haline getirenlere, Antakya’nın dört bir yanı çalışacak ekip ve araç beklerken imar hakkında evrakların bulunduğu tek katlı kamu binasını yıkmaya girişenlerden ellerindeki çadırı istifleyenlere; özetle bu rezaletin bütün fırsatçılarını o deftere not ettik.
Biliyorum, pek çoğumuz kaybettiğimiz neye kahrolacağımızı şaşırdık. Pek çoğumuz, birden fazla şeyi kaybettik. Ailemiz, arkadaşlarımız, komşularımız, ilklerimiz, hatıralarımız… Belki de bazılarına üzülmeye “sıra gelmedi”. Normalde kaybettiğimiz için kahrolacağımız insanların ölüm haberini alıp buna tepki bile veremedik. Ne yaşadığımızı kavrayamadık. “Keşke” veya “neden” ile başlayan cümleleri saymıyorum bile. Onların cevabını bulamamak, bundan sonraki hayatımızın en zor yanı olacak belli ki.
Artık olmasalar bile; önce emekleyip ardından ilk adımlarımızı attığımız o evi, düşüp dizimizi kanattığımız o yokuşu, ilk kez öpüştüğümüz çıkmaz sokağı, annemizin elini bırakıp ilk kez kendi başımıza yürüdüğümüz o caddeyi, ilk biramızı içtiğimiz cafeyi, ilkokulumuzu, Antakya’nın eşsiz bir kent olduğuna şahit olduğumuz o kiliseleri, camileri, müzeleri, sokakları, oradaki dili, kültürü, medeniyeti ve tarihi unutmayacağız.
Gösterdiğimiz dayanışmanın, bunların siyasetini yapmanın, her şeye rağmen hayallerimize ve hatıralarımıza sarılmanın bizi yaşamda tutacağını biliyorum. Bu süreçte deprem bölgesine yardım gönderen, gitmese bile kalbi orada atan, oraya gidip çorba dağıtan, taş üstünden taş kaldıran, çocuklarla oyun oynayan, ağlayan birinin gözyaşını silen herkese ömür boyu minnettar kalacağım. Bugün birileri yine ölümün, kayboluşun, kaybedişin faili oldu. Biz yine yaşamın ve yaşatmanın sebebi, umudu ve ısrarcısı olacağız.
Kapak fotoğrafı: Alican Eralp / ÜniKuir
---
ÜniKuir medya portalında yayınlanan köşe yazıları, yazarlarının sorumluluğundadır. Yazıların unikuir.org adresinde yayınlanmış olması, ÜniKuir’in metindeki görüşleri desteklediği anlamına gelmemektedir.
---
Çerez Politikası
Size en iyi hizmeti sunabilmek ve reklam çalışmalarında kullanmak amacıyla sayfamızda çerezlerden faydalanıyoruz. Sayfamızı kullanmaya devam ederek çerez kullanımına izin vermiş oluyorsunuz. Çerezler hakkında ayrıntılı bilgiye Çerez Politikamız'dan ulaşabilirsiniz.