“Hayat mücadelesinin sonucu olarak ortaya çıkan bu mahallelerin yanı sıra lubunyalar, bir süredir kaldırımsız bir mahalle kültürü geliştirmekte.”
Bundan bir iki sene önce birkaç lubunya arkadaşımla oturmuş ülkenin halinden ve yaşadığımız zorluklardan bahsederken yarı şaka yarı gerçek şekilde “Türkiye’deki lubunyalar olarak toplanıp Kıbrıs’a taşınsak orada evlerimizi, işlerimizi kurup yaşamaya başlasak ne güzel olurdu değil mi?” dedim. Hatta bu mükemmel fikrimin(!) tarihe nasıl geçeceğini bile bulmuştum: Gökkuşağı Harekâtı. Arkadaşlarım da neden özel olarak Kıbrıs’ı seçtiğimi sorduğunda “Alkol, deniz, kum, güneş; bir lubunya daha ne ister ki!” cevabını vermiştim. Bu şakaya gülüp geçtikten sonra sohbetimiz kaldığı yerden devam etti fakat söylediklerim aklıma takılmıştı: Sahiden bizler neden aynı yerlerde yaşamıyorduk, neden bir lubunya mahallemiz yoktu?
Bu sorulara cevap bulabilmek için biraz okuyup araştırmam gerekti. Anladım ki sosyo-ekonomik olarak benzer özelliklere sahip insanların yakın çevrelerde yaşaması pek de olağandışı değilmiş. Farklı sosyal sınıf ve etnik kimlik, tarih boyunca çoğunluğunu kendilerinin oluşturduğu yerleşim yerleri yaratmışlar. Mesela Türkiye’de işçi sınıfından birçok aile, özellikle 60’lı ve 70’li yıllarda kentlerin “gözde” olmayan kesimlerinde, işçi mahallesidediğimiz yüksek olmayan apartman dairelerinde ikamet ediyordu. Ankara’da, o yıllarda aralarında benim ailemin de bulunduğu işçi aileleri şu anda İşçi Blokları olarak bilinen mahallede bu tip binalarda oturmaktaydı. Bir diğer örnek de Kürtlerin yoğunlukta olduğu illerdeki çatışmalar sebebiyle 90’lı yıllarda bu bölgelerden zorunlu göç ettirilen nüfusun, büyük şehirlerde kendi etnik kimlikleriyle anılan mahallelere taşınmasıdır. Günümüzde de birçok farklı sebepten dolayı Türkiye’ye gelen mülteciler, yine büyük şehirlerde halk arasında “mülteci mahallesi” olarak adlandırılan bölgelerde yaşamaya devam ediyor.
Sosyal bilimciler kimliğe dayalı bu yerleşim yerlerinin oluşumunu birçok farklı nedene bağlıyor. Misal, işçi mahallelerinin oluşmasında ekonomik faktörler etkin rol oynamakta. İşçi maaşları ve ev kiraları arasındaki uçurum düşünüldüğünde işçilerin düşük kira ödenen mahallelere taşınması bilinçli bir sınıfsal hareketten ziyade ekonomik bir zorunluluk haline dayanıyor. Etnik grup paydaşlığı çevresinde gelişen mahalleler ise hem ekonomik hem de kültürel nedenler dolayısıyla özellikle etnik azınlıkların bir araya gelmesiyle vücut buluyor. Belirttiklerim dışında daha birçok farklı neden ailelerin ve bireylerin bu tip mahallelerde oturmasında etkili oluyor.
Sayıları ve nitelikleri aynı olmasa da geçmişte ve günümüzde lubunyalar da kendilerine ait benzer yerleşim yerlerine sahip. Önceki yazımda bahsettiğim üzere endüstriyelleşme ve kentleşme sayesinde bugün bildiğimiz lubunya kavramı gelişmeye başlamıştı. Bu süreç içerisinde az sayıda da olsa küçük lubunya yerleşkeleri, özellikle Avrupa’da varlığını gösterdi. Sicilya’daki Taormina kasabası, bu küçük yerleşim yerleri içinde belki de en bilinenidir. Magazinsel geçmişini takip etmenizi önerdiğim bu küçük İtalyan kasabası, 19. yüzyılın ikinci yarısında, fotoğrafçı Wilhelm von Gloeden’in kasabaya yerleşmesi ile büyük bir değişim geçirdi. Bir Alman aristokratı olan von Gloeden, sağlık sorunlarına çare bulmak amacıyla çıktığı İtalya yolculuğunda Taormina’ya da uğramış ve kasabaya yerleşmeye karar almıştı. Von Gloeden’ in Taormina’da yaşadığı dönemde ürettiği eserlerin popüleritesi ve aristokrat kimliği, aralarında Kayzer 2. Wilhelm, Oscar Wilde gibi dönemin önemli siyasi ve edebi kişiliklerinin bulunduğu birçok insanın Taormina’yı ziyaret etmesine neden oldu. Birçoğu lubunya olan bu ziyaretçilerden bazıları, Avrupa genelinde lubunyalara yönelik baskının artmasından dolayı von Gloeden gibi kasabaya yerleşti.
Taormina benzeri aristokrat lubunyaların oluşturduğu birkaç yerleşim yerinin yanı sıra, 20. yüzyılda kentleşmenin hız kazanması ile orta sınıf lubunyalar da şehirlerin belirli bölgelerinde benzer yerleşkeler oluşturmaya başladı. San Fransisco’da Castro Street ve New York’taki Christopher Street bu bölgesel oluşumların ABD’ndeki en göze çarpan örnekleri. Hatta ilk onur yürüyüşü de 1970 yılında Christopher Street’te Stonewall isyanlarını anmak için gerçekleşti. Bu bölgeler, lubunyalar için sığınak görevi gördüğü gibi aynı zamanda sosyal, kültürel ve ekonomik faaliyet alanlarıydı. Öyle ki gelişen mahalleler, yerel ekonomi ve seçimlerde söz sahibi olmaya başlamıştı. Oluşan bu potansiyel sayesinde, ABD’ndeki lubunya hareketinin önemli isimlerinden Harvey Milk, Mayor of Castro Street (Castro Sokağı’nın Başkanı) fahri unvanıyla San Fransisco Belediye Meclisi’nde yer almaya hak kazandı. Böylelikle, bu mahalleler lubunyaların yaşam alanları olmanın yanı sıra, hak arayışı için yürütülen direnişimiz için bir yuva haline de geldi. Türkiye’de ne geçmişte ne de günümüzde yukarıda bahsedildiği ölçekte lubunya yerleşkeleri olmasa da bizler de farklı nitelik ve nicelikte “mahalle” kavramları geliştirmekteyiz.
Türkiye’de somut şekilde lubunya mahallesi olarak kabul edilebilecek yerleşim yerleri, halk arasında art niyetle “travesti mahallesi” olarak adlandırılan kent bölgelerinden oluşuyor. Bu bölgeler, yoğun olarak trans seks işçilerinin ikamet ettiği alanlar. Barınma ve çalışma haklarına erişim konusunda sürekli ayrımcılığa maruz kalan lubunyalar, hayatta kalmak için bu mahallelerde oturmak zorunda bırakılıyor. Ankara’da Esat-Eryaman, İstanbul’da Ülker Sokak gibi özellikle trans seks işçilerinin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde gerçekleşen nefret cinayetleri, direnerek yaşamaya çalışan lubunyaya en yaşamsal ihtiyacı olan barınma hakkının karşılanmasının bile çok görüldüğünü gösteriyor. Hayat mücadelesinin sonucu olarak ortaya çıkan bu mahallelerin yanı sıra lubunyalar, bir süredir kaldırımsız bir mahalle kültürü geliştirmekte.
Teknolojinin günlük hayata işlemesiyle birlikte ortaya çıkan Tinder, Hornet, OKCUPID gibi randevulaşma uygulamaları ile Twitter, Instagram gibi sosyal medya platfromları, lubunya mahallesi kavramını dijitalleştirerek soyut bir boyuta taşıyor. Lubunya olarak kendimi keşfetme sürecime baktığımda da sosyal medyanın benim açımdan bir mahalle görevi gördüğünü hissediyorum. Ankara’da yaşayanların hak vereceği üzere ne yazık ki burada lubunyalara ait mekanların sayısı kısıtlı. Bu yüzden lisede açılmaya başladığım zamanlarda ait olduğum toplulukla dijital ortamlar dışında etkileşime geçmem neredeyse imkansızdı. İlk deneyimlerim de hep sosyal medya üzerinden gerçekleşti: ilk aşkım, ilk lubunya arkadaşım… Bütün bu güzel, bazen de acı, yaşanmışlıklar dijital lubunya mahallesi sayesinde oldu. Bu mahalle de diğer bütün mahalleler gibi herkesin az buçuk birbirini tanıdığı, gullümü bol ve madiliğin eksik olmadığı yerlerden. Burada kimimiz ömürlük kimimiz de tek gecelik aşkların peşindeyiz.
Fakat eminim siz de Ağır Roman’lık hikayeleriniz geçtiği bu mahallede “Bizim mahalleye sen giremezsin” tavırlarına aşinasınızıdır. Bu tavırla günlük hayatımda karşılaşmamın yanında, mesela Tinder üzerinden sanki hakaretmiş gibi "zırıl", "pasif" gibi önyargılı ve aşağılayıcı bir dil üzerinden kurulan mesajlar alan arkadaş da bu konudan müzdarip. Aynı zamanda feminen gözüktüğü algısıyla kendisine önyargıyla bakılan ya da iletişime geçilmeyerek aslında hoş bir deneyim olması gereken bu dijital mahalle kültüründen uzaklaştırılan kişiler olduğunu da görüyorum. Trans+ ve non-binary lubunyaların yaşadıkları da tehlikeli boyutta. Tinder benzeri platformlarda eşleştikleri kişilerden gelen manasız birçok soruyla karşı karşıya kalırken aynı zamanda tehdit derecesinde ithamlarla yüzleşiyorlar. Üstelik gördüğüm kadarıyla kolileşme konusunda, cis-gender* lubunyaların arasında negatif ayrımcılığa uğruyorlar. Dış görünüşleri ve cinsiyetlerinin yanı sıra dini inancı ya da siyasi görüşü sebebiyle alay edilen veya yargılanan lubunyalar da belki de şu anda komünitenizin vitrini olan bu alanlarda kendilerini kabul edilmiş hissedemiyor. Görülen o ki, gettolaşmanın sebebi olan mahalle baskısından kurtulmak için mahalleler kuran lubunyalar, bir başka mahalle baskısına maruz kalıyor.
Sonuç olarak lubunya mahallesi kavramı Türkiye’de hem büyük bir mücadelenin verildiği “travesti mahallelerinde” hem de farklı bir kültürün oluştuğu dijital mahallelerde hayatını sürdürüyor. İlerleyen yıllarda direnişimizle beraber bu dijital mahallenin sokaklara inip parkları ve kafeleriyle neşeli bir hal alacağına inanıyorum. Fakat şimdiden deneyimlediğimiz dışlayıcı tutum, bir penceresi dahi olmayan bu lubunya mahallelerine kimlerin girip kimlerin giremeyeceğine karar vermiş gözüküyor. Hepimizin dijital mahallemizin Güzin ablası ciddiyetiyle bu dışlayıcı tutuma ses çıkarması gerektiğini düşünüyorum. Şunu da eklemekte fayda var: bu mahalleri kurarken, kaybetmek zorunda kaldığımız alanları geri kazanmak; sıkıştığımız köşelerden çıkmak ve vazgeçtiğimiz her yere kavuşmak için her mahalle bizim oluncaya kadar mücadele etmeyi bırakmamak gerekiyor. Kucak dolusu sevgiyle.
Not: Lubunya mahalleleri ile ilgili okuyup izleyebileceğiniz eserlerden de burada bahsetmek istedim: Yazdıklarının tamamına bakmanızı önereceğim Christopher Isherwood’un Christopher and His Kind isimli kitabı, Netflix’in dizisini de yaptığı Armistead Maupin’in Tales of the City’si ve akademiye yönelik olarak Springer’den The Life and Afterlife of Gay Neighborhoods makale külliyatı aklıma ilk gelen isimler. Son olarak yazıya katkılarından dolayı İzot ve Alican’a teşekkür ediyorum.
Direnerek, dayanışmayla…
*Cisgender: Cinsiyetleri, doğum sırasında atanmış cinsiyetleri ile uyum gösteren kişilere denir.
---
ÜniKuir medya portalında yayınlanan köşe yazıları, yazarlarının sorumluluğundadır. Yazıların unikuir.org adresinde yayınlanmış olması, ÜniKuir’in metindeki görüşleri desteklediği anlamına gelmemektedir.
---
Çerez Politikası
Size en iyi hizmeti sunabilmek ve reklam çalışmalarında kullanmak amacıyla sayfamızda çerezlerden faydalanıyoruz. Sayfamızı kullanmaya devam ederek çerez kullanımına izin vermiş oluyorsunuz. Çerezler hakkında ayrıntılı bilgiye Çerez Politikamız'dan ulaşabilirsiniz.