Furkan filmi henüz izlemeyenleri, 90'larda Beyoğlu'nun arka sokağında yaşayan transların, oğlanların, kimsesizlerin hayatıyla tanışmaya çağırıyor.
Usta yönetmen Atıf Yılmaz'ın 1993 yapımlı filmi Gece, Melek ve Bizim Çocuklar; döneminin en çarpıcı anlatım ögelerine sahip, birbirinden parlak oyuncu profilleriyle adından sıkça söz ettiren eşsiz senaryosu ve gerçek özneleriyle Türkiye sinemasının kült geçmişine ismini altın harflerle kazıyan bir filmdir. İncelemeye geçmeden önce sizlerden arka planda Gökhan Kırdar'ın 1995 tarihli Üstüme Basıp Geçme / Tutunamadım albümünden Gece, Melek ve Bizim Çocuklar şarkısını dinlemenizi tavsiye ederim.
Ah Beyoğlu! Rengarenk simalara ev sahipliği yapan, acı ve ihtirası göğsünde yumuşatan, yaşamın karmaşık ahenginin portresi Beyoğlu. Gece, Melek ve Bizim Çocuklar Beyoğlu'nun varoşlarında, karanlık arka sokaklarda geçiyor; pezevenkler, translar, oğlanlar ve daha nice hayatı bu semte sıkışmış insanın öyküsü. Senaryo öyle bir köşeye sinen senaristin sanat kaygısından çok ötede, yaşanmış ve yaşanmakta olana odaklanıyor.
Gündüzler kalabalıklar arasında kimsesiz; Geceler ise üşür, meleklerine seslenir. Sarmalar bizim çocukları.
Filmde seks işçisi Serap (Derya Arbaş), eski mahpus ve depresif Melek (Deniz Türkali) ve trans kadın Arif (Deniz Atamtürk) rollerini izliyoruz. Hikâyenin ilerleyen anlarında hayata Hakan (Uzay Heparı) giriyor. Hakan, Serap'a aşık fakat aynı zamanda olgun bir erkekle dost hayatı yaşayarak geçinen kimsesiz bir genç. Roller hiçbir kaygı olmaksızın kurgulanmış. Argo tabirler, doğaçlama çıkışlar ve yer yer kendimizden bir şeyler görmemize imkân tanıyan samimi dokunuşlarla uyumlu bir ivmede seyrediyor.
Seks işçilerinin, trans kadınların ve gey erkeklerin dar hayatlara sıkıştırıldığına ve toplum tarafından yok sayılırken kendilerine yarattıkları küçük gettolarda neler yaşadıklarına şahit oluyoruz. Hiçbir anlatım kurgu değil, Yıldırım Türker senaryoyu yazarken Beyoğlu’nun yaşayan kanlı canlı duvarlarını dinliyor: Polislerin translara uyguladıkları sonu gelmez şiddeti, gey erkeklerin istismar edilişini görüyor ve duyuyor. Bu tecrübeleri de Sanat Yönetmeni Mete Özgencil filme ilmek ilmek işliyor.
Hikâye sokakta kalan Arif'in, gece bitkin halde bardan çıkan Serap'ın evinde bir geceliğine misafir olması ve onun parasını çalarak kayıplara karışmasıyla başlıyor ve bu andan itibaren Beyoğlu'nun iliklerine iniyoruz. Filmdeki gey barlar, trans seks işçileri, Beyoğlu Emniyet Amirliğinden polisler ve o gün barda içki içen insanlar kurgudan uzak gerçek birer kesit olarak izleyiciye sunuluyor. Film hayatın çeşitli anlarına ortak ediyor bizi; Serap'ın dans ettiği barda pistteki karakterler, masada oturup içkisini yudumlayan kodamanlar, bar güvenliği, sokakta yürüyen hırpalanmış trans kadınlar… Hiçbirinin adı yok temsil ettiklerinden öte.
Şehvetle biz sığındık birbirimize, seviştik de, öldük de öldürdük bile. Kaybedecek hiçbir şeyimiz kalmadı. Sanki bize bizden başka kim olur yâr?
Filmin o dönemler Türkiye sinemasında getirdiği ses aslında bu noktalardan hareketle anlaşılıyor. Toplumun görmek istemediği, bazen güldürü malzemesi edilen bazense basit birer figüran olarak kareye sıkıştırılan o insanların hikayesi. Bu, garip ama güzel bir ülkenin karanlık yüzü hakkında bir dışavurum. O dönem televizyonda pek çok müdahale ve sansüre maruz kalan filmin senaryosu Show TV'de yayınlanacağı zaman sansürlenmiş, Dijitürk ve Türkmax kanallarında anma programı için düzenlenen gösterimde birçok sahne kesilerek müdahale edilmiştir. Tüm bu müdahalelere halkın büyük bir çoğunluğu sessiz kalarak o dönem filmi yalnızlığa terk etmiştir. Hiç kaçınılmaz ki bu tepkisizlik sokaklarda pek görmedikleri ötekilerin hayatlarına yabancı olmalarından süregelmekteydi. Sade ve küçük hayatların büyük anlarına tanıklık ettiğimiz anlar; 90’lardaki Anadolu sürgünleri, istismar zincirleri, Hortum Süleymanlar filmde yakın temaslar kurularak izleyiciye sunuluyor.
Bugün bile filmdeki o çaresiz çaba, o sıkışmışlık, Beyoğlu’nu terk etmiş gibi görünmüyor. Günümüzde toplum Arif’i, Serap’ı ve Hakan’ı biliyor fakat bu bilinç kendi nefretini büyütüyor içinde. Arif’in kimsesizliği ya da Serap’ın hıncı bugün aramızdan kayıp giden Hande ya da Eylül’den farklı değil. Filmin bir yerinde Arif şöyle sesleniyor Melek’e “Bir gün biz de çıkabilecek miyiz gündüzleri?”. Gündüzler artık eskisi kadar kimsesiz değil fakat geceler halen üşütür bizim çocukları.
Gece, Melek ve Bizim Çocuklar döneminin esaslı bir yapımı olarak kültler arasında yerini alırken dünya eski güzeli Derya Arbaş'ın başarılı oyunculuğu ve ünlü bestekâr Uzay Heparı'nın ilk oyunculuk deneyimiyle film her izlenişinde geçmişi tekrar tattırıyor. Bu ikili bugün aramızda değiller fakat arkalarında bıraktıkları başarılı ve cesur temsillerle akıllardan asla çıkmadılar. Onlar rollerini yaşarken ne ünü ne de şöhreti düşündüler, yalnızca Serap ve Hakan’a hayat verdiler. Film 1994 SIYAD ödüllerinde en iyi senaryo ödülü aldı. Ve tabii ki Melek rolüyle Deniz Türkali Ankara Uluslararası Film Festivalinden En Umut Veren Kadın Oyuncu ödülünü alarak başarılı oyunculuğunu taçlandırdı. Tüm bunlarla Türkiye sinemasında o güne kadar izlediğimiz özne hikayelerindeki anlatımlardan ziyade 90'lar toplumunda yaşamak için birbirine dayanışan pek çok öznenin birlikteliğini izliyoruz; translar, eşcinseller, biseksüeller, seks işçileri… Gökhan Kırdar'ın film müziklerini üstlendiği ve filmden adını alan şarkısıyla müzik listelerinde yer edindiği çalışmaları filme farklı ve içli bir hava katmıştır hiç şüphesiz.
---
ÜniKuir medya portalında yayınlanan köşe yazıları, yazarlarının sorumluluğundadır. Yazıların unikuir.org adresinde yayınlanmış olması, ÜniKuir'in metindeki görüşleri desteklediği anlamına gelmemektedir.
---
Çerez Politikası
Size en iyi hizmeti sunabilmek ve reklam çalışmalarında kullanmak amacıyla sayfamızda çerezlerden faydalanıyoruz. Sayfamızı kullanmaya devam ederek çerez kullanımına izin vermiş oluyorsunuz. Çerezler hakkında ayrıntılı bilgiye Çerez Politikamız'dan ulaşabilirsiniz.