Kitap bağışlamanın bile hayatını alt üst edebileceğini fark eden akademisyen SA, üniversitelerde yapılacak "ne çok iş" olduğunu hatırlatıyor.
Kapak Görseli: Luis G. Rendon/The Daily Beast
Ben, depremden sonra kendisine gelmeye çalışan bir kentin pek de küçük olmayan bir üniversitesinde görev yapmakta olan bir akademisyenim. Üniversitenin kütüphanesinden sık sık kitapları ödünç alırım ve okuduğum bazı kitapları kütüphaneye bağışlamaya bayılırım.
Bu yılın başlarında üniversitemiz, kitap alımı yapacağını ve bu doğrultuda hocaların talebini göz önünde bulunduracağını söyledi. Ben de fırsattan istifade, çalışma alanımla uyum gösterecek, şahsi olarak da ilgimi çeken, üç farklı kitabın satın alınması için talep oluşturdum.
Talebi oluştururken kullanmam gereken bir kütüphane otomasyon sistemi oldu. Bu sistem, aynı zamanda kütüphaneye bağışladığım kitapları da listeliyordu. Daha doğrusu “Bağışçılarımız” diye bir başlık vardı ve orada benim ismim de yer alıyordu. İsmime tıkladığımdaysa, o güne kadar bağışladığım tüm kitapları görebiliyordum.
Buraya kadar her şey güzeldi. Ancak açılan “bağış kitap” listesini inceledikçe endişe duymaya başladım. Çünkü bu kitaplardan birinin başlığı Homofobiye Hayır - Harvey Milk (2019) idi. Belki biliyorsunuzdur: Alfa Yayıncılık’tan çıkan bir kitap bu. Kapağında kocaman bir Harvey Milk resmi var. Çok iyi bir kitap değil, ama kütüphanede bulunmasının faydalı olacağına inandığım bir metne sahip.
Kitaplardan bir diğeri ise Uluslararası Gey-Lezbiyen hareketini, HIV/AIDS tarihini ve seks ticaretinin akışını anlatan Küresel Seks idi. İlk basımını 2003 yılında, Serpil Çağlayan çevirisi ile Kitap Yayınevi’nden yapmış, orijinal dilde yazarı Dennis Altmann olan bir kitaptı bu. Satın alalı 20 yıl olmuş. Tamamen unutmuştum. Görünce şaşırdım.
Üçüncü kitap ise ünlü evrimsel biyolog Richard Dawkings’in 2006’da Bantam Press’ten çıkmış The God Delusion [Tanrı Yanılgısı] kitabının orijinal dilindeki haliydi.
Bunlar, kitapçıdan satın alınmış ve ülke sınırları içerisinde yasal olarak edinilebilen kitaplar olmalarına rağmen, o listede adımla beraber eşleştirilmiş olmaları dolayısıyla endişe duydum. Sanki benim gibi sisteme giren herhangi biri, ismimi tıklayıp bağışladığım kitapları incelese benim “ne olduğumu” anlayacak ve buna bağlı olarak okul yönetimi ile sorun yaşamam neden olacakmış gibi geldi bana. Son derece yersiz görünen bu endişe üzerine bir eyleme geçmedim, ama akşam eve giderken bile aklım hâlâ oradaydı.
Sonra, akşam yemeğimi yerken Netflix’te bir şey izleyeyim dedim ve Kalifat isimli, İsviçre yapımı bir diziye denk geldim. Avrupa’da yaşayan Müslümanların ‘radikalleşme’ süreci ve IŞID’e katılmalarıyla ilgili bir diziydi.
Dizide, Suriye’nin Rakka kentinde geçen ayrıntılarla gerçekçi bir “korku” atmosferi yaratılmıştı. Bu korku (ki bence islamofobi oluşturma gibi bir riski de vardı), kütüphanede gördüğüm kitapların “sonucuna” ilişkin paranoyak kaygılar geliştirmeme neden oldu.
Ertesi gün üniversitenin kütüphanesinde, bağışlanan kitaplardan sorumlu kişiyi bularak hissettiğim endişeyi paylaştım kendisiyle. Bir “araştırma kütüphanesi” olduğumuz için böylesi yayınların sorun yaratmayacağını söyledi bana. Bundan emin olduğumu, ama ülkemizin mevcut siyasal atmosferinde (bulunduğum şehri de göz önünde bulundurarak) hissettiğim endişeyi aşamadığımı ifade ettim kendisine.
“Kitapları katalogdan kaldırmamızı mı istiyorsunuz?” diye sordu, haklı olarak. “Hayır” dedim. “Sadece bu kitapların bağışçısının ‘ben’ olduğum belli olmasın” dedim. “Tamam, onları ‘okuyucu bağışı’ olarak değiştirebilirim” diye cevap verdi.
İçim rahatladı. Bu rahatlama fikri, biraz utançla geldi tabii. Böyle detayları düşünmek zorunda kalmak, hayatımı sürdürmek için “muhtaç” olduğum (üstelik çok, çok, çok sevdiğim) işimi kaybetmemek adına böylesi bir “giz perdesinin” ardına girmek gerçekten utanç vericiydi.
Üniversiteye yıllarını vermiş, üretken bir doçent olsak bile içimizdeki korkak çocukla yaşamak zorunda kalmak, sanırım “azınlık olmanın” ne demek olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor, diye düşündüm.
Kimliğimin olası bir ortaya çıkma durumunda, sadece okul yönetiminin değil bütün şehrin, polis teşkilatının, hükümetin ve ülkenin %99’unun bana düşman olacağını sanmak ve ailemden dahi bu konuda bir koruma “talep edemeyecek” olduğumu bilmek de LGBTİ+’lara özgü bir yalnızlaşma biçimi olsa gerek, diye geçti içimden.
İşte böyle. Önemsiz görünse de beni tuhaf hislere boğan bu olayı, üniversitelerin LGBTİ+ hareketine ne denli ihtiyaç duyduğunu ve buralarda yapılacak ne çok iş olduğunu göstermek adına paylaşmak istedim sizinle. Umarım canınızı çok sıkmamışımdır.
Hepinize esenlik, sabır ve hoşgörü dolu günler dilerim.
---
ÜniKuir medya portalında yayınlanan köşe yazıları, yazarlarının sorumluluğundadır. Yazıların unikuir.org adresinde yayınlanmış olması, ÜniKuir’in metindeki görüşleri desteklediği anlamına gelmemektedir.
---
Çerez Politikası
Size en iyi hizmeti sunabilmek ve reklam çalışmalarında kullanmak amacıyla sayfamızda çerezlerden faydalanıyoruz. Sayfamızı kullanmaya devam ederek çerez kullanımına izin vermiş oluyorsunuz. Çerezler hakkında ayrıntılı bilgiye Çerez Politikamız'dan ulaşabilirsiniz.