LGBTİ+’lar hep mi vardı yoksa “küresel sapkın akımların dayatması” olarak ithal mi edildiler?
ÜniKuir medya gönüllüsü Gökay, John D’Emilio’nun Cinsel Politika, Cinsel Topluluklar (1983) kitabından yola çıkarak sapıklardan ve hastalardan kuirlere dönüşen özneleriyle, LGBTİ+ kimlik mücadelesinin seyrini Türkiye ve ABD örnekleri üzerinden inceliyor.
Fotoğraf: Peter Keegan
“Ben kimim?” sorusu birçoğumuzun aklını erken yaşta kurcalamaya başlamıştır. Siyasi düşünceniz, “siyasi kimliğim ne?” sorusuna verdiğiniz cevap üzerinden şekillenirken, ait olduğunuz toplumsal sınıfı anlarken “toplumun içinde ben kimim?” sorusunu yanıtlamaya çalışırsınız. Verdiğiniz yanıtlar, bakıldığı zaman “ben kimim?” sorusunu kısmi olarak cevaplar. Size atanan cinsel yönelim ya da cinsiyetle ilgili şüpheniz varsa bunlara bir soru daha eklenir: Kendinizi “cinsel yönelimim veya cinsiyet kimliğim ne?” sorusunu sorarken bulursunuz. Son soru, ilk ikisinin aksine, insanlığın toplumsal bilincinde tarihi olarak daha geç yer etmiştir. Bunun nedeni, bu soruyu sormadan önce, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin ne anlama geldiğini kavramamız gerekmesidir. Batı toplumlarının ve bizim bu kavramları anlayışı aynı şekil ve zamanda gerçekleşmemiştir. Günümüzde dahi gelişen ve değişen bu kavramları anlamaya çalışırken bizlerin, Batı ile aynı anlayış içinde olması pek muhtemel değildir. Bu yazıda, bahsettiğim kavramlara bakış açımızı anlamaya çalışacağım. Metnin içeriğinde, John D’Emilio’nun Sexual Politics, Sexual Communities (1983; Cinsel Politika, Cinsel Topluluklar) isimli kitabından faydalanacağım. Yazarın, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki (ABD) LGBTİ+ komünitelerinin tarihi değişimini incelerken elde ettiği çıkarımları, Türkiye’deki lubunya komünitesinin oluşumu üzerinden inceleyeceğim.
Öncelikle kitabın içeriğinden kabaca bahsetmek istiyorum. D’Emilio kitapta, LGBTQ+'ların nasıl cinsel yönelimleri dolayısıyla topluluk kimliği kazandıklarını anlamaya çalışıyor. Bu fenomeni anlamaya çalışırken Stonewall öncesi LGBTİ+ hareketinin tarihini inceliyor. Metnin tamamında yazarın amacı, Türkiye’de eşanlamlı olarak kullanılan eşcinsel terimi ile gey veya lezbiyen terimleri arasındaki farkı tarihsel olarak gösterebilmek. Bu terimler birbirleri ile yakından ilişkili olmalarına rağmen teknik olarak farklı anlamlara geldiğini belirtmek gerek. Bu ayrımın nedeni, eşcinselliğin tıpkı kadın olmak gibi bir olgu olmasıdır. Kadınlar tarih boyunca var olmalarına rağmen feminizm düşüncesi ancak yakın geçmişte kendisini göstermiştir. Eşcinsellik olgusunun düşünsel bir değişim geçirmesiyle birlikte lezbiyen ve gey kavramları ancak yakın tarihte bilinen anlamlarını kazanmıştır. Her iki kavramın da ortaya çıkışı belirli sosyo-kültürel değişimleri gerektirmiştir. Yazar da kitabına, bahsettiğim toplumsal değişimlerin LGBTİ+ hareketine etkilerini inceleyerek başlıyor.
D’Emilio, gay ve lezbiyen topluluklarının oluşumunu hazırlayan sosyo-kültürel değişimlerin başında endüstri devrimi ile kapitalizmin yeni bir boyut kazanmasını getiriyor. Yazara göre, endüstri devrimi ve kentleşmeden önce bir bireyin genel kabulun dışında cinsel isteklerinin olması, bu kişiyi işçi sınıfı gibi bir toplumsal sınıfa dahil etmiyordu. Toplumun ve bireyin gözünde eşcinsellik, sadece ayıp karşılanan ve günah gözüyle bakılan bir olguydu. Eşcinsel yönelim gösteren kişiler de günahkâr veya sapkın olarak nitelendiriliyorlardı. Aile merkezli ekonomik ilişkiler ve kişisel yaşamın kısıtlılığı, günahkâr denilen bu kişilerin belli başlı ilişkiler kurarak bir topluluk bilinci oluşturmasının önüne geçiyordu. Endüstri devrimi, eşcinsellik olgusuna bu topluluk bilincini kazandıracak bir kapı açtı. Sanayileşmenin gerektirdiği iş gücü, kırsal kesimde aile merkezli topluluklar halinde yaşayanlar insanların, özellikle de gençlerin, şehirlere göç etmesine neden oldu. Şehirleşme, bireylerin ailelerinden ekonomik olarak bağımsızlaşmalarına ve kişisel yaşamlarını geliştirmelerine fırsat verdi. Bunun yanında şehirleşme, gey ve lezbiyen kimliklerinin oluşumuna belki de en önemli katkıyı bireysel gizlilik sağlayabilmesiyle yaptı. Kişisel gizlilik, kasabalarda ya da köylerde, şehirlere oranla nüfusun az olması ve tarım toplumunun dayattığı normlar sebebiyle kuirlerin sahip olduğu bir avantaj değildi. Dolayısıyla, LGBTİ+ gibi önyargıya açık bir grubun birbirleriyle ikili ilişkiler kurması ve komünite bilinci kazanmaları pek olası sayılmazdı. Endüstri devriminin sonucu olarak ortaya çıkan yeni kapitalist toplum anlayışı, artan nüfus oranları ile birlikte kuirlere, barlar veya bathhouse denilen (sauna ya da hamam) işletmeler üzerinden gizlilik içinde sosyal ilişki kurmalarının yolunu açmıştı.
Peki D’emilio’nun anlattıkları bize Türkiye’deki lubunya toplulukları hakkında ne anlatıyor? Türkiye’deki lubunyalar da şehirleşmenin ve endüstriyelleşmenin etkilerini geçmişte hissetmiş ve şu anda da hissediyor. Özellikle kırsal kesimden büyük şehirlere (Ankara, İstanbul, İzmir vb.) özellikle eğitim ve iş amacıyla gelen lubunyaların, cinsel yönelim veya cinsiyet kimliklerini anlamaları üzerinde şehirleşmenin etkisi yadsınamaz. Lubunya olarak var olmanın yok sayıldığı bir ülkede, ekonomik ve sosyal olarak ailelerimizden bağımsız olmanın ve kırsal kesimin getirdiği yakın ilişkilerden kurtulmanın kimliğimizi anlamak konusunda büyük önem taşıdığına inanıyorum. Şehir hayatı, bu koşulları sağlayarak özellikle üniversiteli lubunyaların kimliklerini günah ya da basit bir olgu olarak görmekten çıkararak bir topluluk bilinci yaratılmasına ön ayak oluyor. Bu bilinci oluştururken birçoğu büyükşehirlerde faaliyet gösteren LGBTİ+ dernekleri ile üniversite topluluklarının katkısı inkâr edilemez. Bunun yanına çoğu büyükşehirde gerçekleşen kuir etkinlikler (parti, atölye vs.) lubunyanın tanışmasının, dayanışmasının ve örgütlenmesinin en yaygın yollarından biri.
Bütün bu örnekler, şehir hayatının sağladığı gizliliğin ve toplumsal düzenin, lubunyanın kimliği ve ilişkileri açısından ne kadar önemli olduklarını gösteriyor fakat günümüzde sosyal ilişkilerdeki gizlilik, dünün aksine sadece şehirlerin sağladığı bir imkân değil. Tinder, Hornet, Bumble, OKCUPID gibi dating appler(randevulaşma uygulamaları) ya da Instagram, Twitter gibi sosyal medya platformları, lubunyalar arası iletişimin sadece yüz yüze ve büyükşehirlerde gerçekleşmesi zorunluluğunu ortadan kaldırıyor. Saydığım teknolojik gelişmeler, dünyanın her yerinde olduğu gibi, Türkiye’deki lubunyaların da topluluk bilincinde büyük değişimler yaratıyor. Bu bilinçlenmenin sonucu olarak bir on yıl öncesine kadar, lubunya topluluğu sadece dernekler ve üniversiteler ile kısıtlıyken, artık internetin sunduğu imkanlarla daha genç yaştaki bireylerin topluluk bilinci kazandığına şahit oluyoruz. Sonuç olarak, endüstrileşmenin ABD’deki LGBTİ+ bireyler için 1900’lü yılların başında yarattığı etkiyi, kıyaslanığında Türkiye’deki lubunyalar olarak belki de çok daha hızlı deneyimliyoruz. Şimdi, belirttiğim sosyo-kültürel değişimlerin geleceğimizi nasıl etkileyeceğini anlamak için bu değişimlerin, Türkiye’deki lubunya hareketinin geçmişindeki yerine bakmamızın faydalı olacağına inanıyorum.
Geriye baktığımızda, Türkiye’deki lubunya örgütlenmesinin başlangıcının, ülkede yarı burjuva-yarı milli ekonomik politikaların yerini neo-liberalizme bıraktığı 1980’li yıllarına dayandığını görebiliriz. Bu dönemde köyden kente göç adıyla bildiğimiz göç hareketinin hız kazanması nedeniyle kırsaldan gelen kalabalık gruplar şehirlere yerleşmeye başlamıştır. Böylelikle şehrin getirdiği gizlilik, eşcinsel öznelerin kaynaşabileceği ortamların sayısının artmasına (gey barlar, gey hamamlar) ve sosyal ilişkilerin kurulmasına yol açmıştır. Türkiye’deki ilk LGBTİ+ örgütü olan Lambdaİstanbul’da köyden kente göçün yavaş yavaş azaldığı 1993 yılında kurulmuştur. Bu bilgiler ışığında, ABD’de 1870 ile 1930 yılları arasında kuirlerin yavaşça bir topluluk halini almaya başlaması, Türkiye’de, 1980 ile 2000’lı yılların başı arasındaki dönemde gerçekleşmiştir diyebiliriz. Bu dönemdeki lubunya toplulukları, günümüze oranla çok az sayıda ve kısıtlı yerlerde varlıklarını göstermişlerdir. Sonuç olarak 2003 yılında yapılan ilk onur yürüyüşüne 30 kişilik bir katılım gösterilmiştir. Katılım azlığını, lubunyaların kimliklerini açık şekilde gösterme konusundaki çekincelerine dayandırabiliriz. Bu çekinceyi de doğal olarak toplumun eşcinselliğe bakış açısı şekillendirmiştir. Fakat toplumsal bakış açısının yanında, gelişen lubunya hareketini önlemek için yapılan karşıt eylemlerin de bu çekincede payı olduğu ortadadır. Buradan şu çıkarımı yapmak doğru olabilir: ABD’de 1930’lu yıllarda başlayan LGBTİ+ karşıtı siyasi ve hukuki eylemlerin, Türkiye’de LGBTİ+ hareketinin güçlendiği yıllara denk geldiğini görebilirizS. Bu karşıt eylemlerin sonucu olarak değişen cinsel yönelim ve cinsiyet kimlik anlayışı, bizleri günümüz lubunya hareketine taşıyacaktır.
D’Emilio, ABD’de LGTBİ+'ların yavaşça topluluk bilinci kazanmasının ülke içinde eşcinsel karşıtı söylem ve eylemlerin artmasına neden olduğunu belirtiyor. Bu karşıt eylemleri de üç şekilde sınıflandırıyor: din temelli, siyasi temelli ve medikal temelli. Yazar, bu üç sınıf içinden, din temelli karşıt eylemlerin eşcinsellerin gündelik hayatını kayda değer bir biçimde etkilediğinin altını çiziyor. Medikal temelli karşıt eylemler ise LGBTİ+’ların elde ettikleri kazanımları yıpratmaya yönelik iken beklenmedik şekilde eşcinsel özgürlüğü için önemli bir temel oluşturuyor. Bahsedilen temel, birçok dinin günah olarak gördüğü eşcinsellik olgusuna (Hristiyanlık’ta sodomy, İslam’da sübyancılık ya da oğlancılık) doktorların, pskiyatrların ve psikologların araştırmalarına dayanarak tıbben sorgulanabilecek bir sınıflandırma getirilmesidir. Bu sınıflandırmanın içine düşen bireylere, homosexual (homoseksüel) adı altında, günah yerine hasta gözüyle bakılmaya başlanmıştır. Şu an gerici kabul edilen bu gelişme, tarihte ilk kez eşcinsellere, dini dogmalar üzerinden atfedilen kimliğin dışında kendilerini tanımlayabilecekleri bir alternatif sağlamıştır. Eşcinsel özneler de bu alternatif tanımı hızlı bir biçimde benimsemişlerdir. Medicalization (medikalizasyon) denen bu etki, LGBTİ+ hareketinin ilk zamanlarında kendisini göstermiştir. Örnek vermeye hareketin isminden başlanabilir. Homophile movement (homofil hareketi) ismiyle başlayan hareket, yıllar içinde homosexual (homoseksüel) şeklini almış ve en sonunda bildiğimiz kavramlar olan gey ya da lezbiyen hareketi haline bürünmüştür. Türkiye’deki lubunya hareketi de başlangıcında medikalizasyonun etkileri hissetmiştir. 2000’li yılların başında KaosGL ya da Lambda gibi LGBTİ+ derneklerinin yaptıkları röportajlarda, lubunyaların kendilerini sıklıkla eşcinsel ya da homoseksüel olarak tanımladıklarını görüyoruz. Şu anda sıklıkla kullandığımız gey veya lezbiyen terimleri ise 2010’lü yıllarda yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Lubunya olarak bildiğimiz şemsiye kavram, daha önce belli başlı özneleri işaret etse de son dönemde Türkiye’deki her cinsel yönelime ve cinsiyet kimliğine hitaben birçok LGBTİ+ birey ve dernek tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Sonuç olarak lubunya topluluğu, Amerikalı örnekleri gibi, zaman ilerledikçe medikalizasyonun etkisinden sıyrılmış ve özneler kimliklerini oluşturacak temelleri yeniden sorgulamaya başlamışlardır. Bu sorgulama halen devam etmekte olup özellikle ülkemizde ve dünyada LGBTİ+ aktivizmi konusunda önemli fikir ayrılıkları yaratmaktadır.
Türkiye’deki lubunya topluluğunun, ABD’nde oluşumu 1870’lerden başlayarak 1950’lara kadar süren komünite bilincini son kırk yıl içerisinde kazandığı kanısındayım. Günümüzde aktivistler ve özneler, komünitemizin özü ve geleceği hakkında fikir yürütürken kazanılan bu bilincin doğurduğu soruları cevaplamaya çalışıyor. Bu tartışmaların temeli, ABD’deki ilk açık eşcinsel dayanışma toplulukları arasında bulunan Mattachine Society’e (Mattachine Topluluğu) kadar dayanmaktadır. 1950 yılında Los Angeles’ta kurulan topluluk, gelecek yıllarda ABD’ndeki gey hareketinin ana gündemlerini belirleyecek birtakım tartışmalar yürütmüştür. Tartışma konularından bazıları şunlardır:
- Biri nasıl eşcinsel olur?
- Eşcinsellik kazanılan mı yoksa içsel bir özellik midir?
- Eşcinsellik hastalık mıdır?
- Eşcinseller psikolojik bozukluklar gösteriyorlar mı?
- Eşcinsel hayatı özel kültürel öğeler bulunduruyor mu?
- Eşcinseller sadece ortak bir cinsel yönelim paylaşan bireyler mi yoksa birbir topluluk oluşturacak ortak özelliklere mi sahipler?
Tartışılan bu konulara ek olarak topluluğun kurucuları, halen tartışılan şu soru üzerinde özellikle durmuşlardır: “Homoseksüeller ile heteroseksüeller arasındaki farklar nelerdir?”. Bakıldığı zaman belki de önemsiz görülebilecek bu soru, yarattığı fikir ayrılıkları dolayısıyla Mattachine topluluğunun içinde tartışmalara sebep olmuştur. İki farklı görüş tartışmanın ortasında yer alıyordu: Eşcinsellerin heteroseksüellerden tek farkının cinsellikleri olduğunu savunan ılımlı bir kesim ile eşcinsellerin heteroseksüellerden ayrı bir kültür olduğunu savunan daha radikal bir kesim. Topluluk, kuruluşundan birkaç sene sonra bu iki kesim arasındaki fikir ayrılıkları dolayısıyla ikiye ayrılacak ve 1960 yılına gelindiğinde tamamen popüleritesini kaybedecektir. Kısa ömrüne rağmen Mattachine topluluğu, birçok kuir öznenin gündelik hayatını etkileyen önemli soruları tartışma grupları kurarak duyulur hale getirmiştir. Türkiye’deki lubunyalar olarak bizler de o dönemde konuşulmuş birçok konuyu arkadaş ortamında veya dernekler içinde tartışmaya devam ediyoruz. Bu sorulara vereceğimiz yanıtlar gelecek yıllardaki aktivizm anlayışımızı hem kişisel hem de örgütlü boyutta belirleyecek.
Bu yazıda, ABD’ndeki kuir bireylerin, LGBTİ+ komünitesinin oluşumuna giderken yaşadıkları süreçlerden yola çıkarak ülkemizdeki lubunya hareketinin tarihsel değişimini inceledim. Birbirinden farklı iki toplumun içinden gelen bu toplumsal hareketlerin değişiminin aynı olması kesinlikle beklenemez. Fakat bu bizlerin kendi yolumuzu çizerken geriye bakarak ders çıkaramayacağımız anlamına gelmiyor. Türkiye, Mayıs ayında bir seçimle karşı karşıya olacak. Bizler de lubunyalar olarak komünitemizi etkileyecek bu seçimlerde bizden öncekiler gibi sorgulayarak, tartışarak ve geçmişteki hatalarımızdan ders alarak karar vermeliyiz. Hepinize mutlu bir yarın diliyorum.
Direnerek, dayanışmayla…
---
ÜniKuir medya portalında yayınlanan köşe yazıları, yazarlarının sorumluluğundadır. Yazıların unikuir.org adresinde paylaşılmış olması, ÜniKuir'in metindeki görüşleri desteklediği manasına gelmemektedir.
---
Çerez Politikası
Size en iyi hizmeti sunabilmek ve reklam çalışmalarında kullanmak amacıyla sayfamızda çerezlerden faydalanıyoruz. Sayfamızı kullanmaya devam ederek çerez kullanımına izin vermiş oluyorsunuz. Çerezler hakkında ayrıntılı bilgiye Çerez Politikamız'dan ulaşabilirsiniz.