Lavender’den Bulut S., Sivil Alan Araştırmaları’nın gezisiyle dolu dolu geçirdiği beş günü, genç lubunyalara motivasyon olsun diye uzun uzun anlatıyor
Asıl olarak Lavender’de örgütlenen ve İzmir yerelinde kuir aktivizm yürüten bir öğrenci olarak; Sivil Alan Araştırmaları Derneği’nin öğrenci aktivistler ile gerçekleştirdiği, bizleri uluslararası sivil toplumla buluşturduğu, Strazburg ve Brüksel’e gittiğimiz Aralık ayındaki gezisine katıldım. Aktivizm hayatımda çok yer tutuyor ve hayatımın gelişimi beni bazı noktalarda şaşırtıyor. Hem birçok kişi için belki heyecanlandırıcı ve motive edici olur diye düşünerek hem de kendi deneyimlerimi aktarmayı sevdiğim için böyle bir şey yazmaya karar verdim.
Bu yazımı üç bölüme ayıracağım: İlk olarak geziye başvuru ve kabul süreci, sonrasında gezinin içeriği ve görüştüğümüz yerler, değerlendirme ve en son ilk defa yurtdışına çıkan birisi olarak yurtdışı deneyimimi anlatacağım. Tabii her kısımda duygularımı da bol bol ekleyeceğim.
Geziye Haziran’da başvurmuştum. Bir motivasyon mektubu yazmamız gerekiyordu. Bir kuir öğrenci aktivist olarak neler yaptığımdan, motivasyon kaynağımdan, geziye neden katılmak istediğimden ve bu gezideki deneyimlerimi sonrasında nasıl kullanacağımdan bahsetmiştim. Geziye 10 kişi katılacaktı ve tüm giderlerimiz karşılanacaktı. Motivasyon mektuplarından sonra bazı kişiler mülakata katılmaya hak kazanmıştı. Mülakattan sonra da gitmeye hak kazanan 10 kişiden birisi oldum.
Aktivist hayatımda yaptığım her şey gibi bunu da ailemden gizli yapacaktım. Ancak galiba öğrenci olduğumuzdan, vize almak için aileden birisinin sponsor olması gerekiyormuş. Tabii bunu başvururken bilmiyordum ve eğer sonraki senelerde katılmayı düşünüyorsanız önemli bir detay bence. Benim ailem birkaç başka sorundan sonra, son anda bir belgeyi göndermekten vazgeçti. İkna olmuş olmalarına rağmen gitmeme izin vermiyorlardı. Bana şans eseri vize çıktı ama ülkemizdeki vize süreçlerini düşünürsek çok riskli bir durumdu. Vize çıkmasaydı, gidebilecek bir öğrencinin hakkını yediğim düşüncesi içimi uzun süre rahatsız ederdi. İyi ki gidebildim ama hem kendime hem dernek çalışanlarına yaşattığım süreç çok zorlu ve stresliydi.
Gezinin akışına gelecek olursak… 5 günlük bir geziydi. Bir gün öncesinden İstanbul’da konakladık ve dönünce de yine bir gece kaldık. Gezinin yarısı Strazburg’da diğer yarısı Brüksel’deydik. Strasburg’un yoğun bir dönemi olduğu için otel bulunamamıştı ve Airbnb aracılığıyla evlerde kaldık. Bence böyle olması tatlı oldu. Brüksel’de ise otelde kaldık. Yemek harcamalarında kullanabilmemiz için günlük 25 Euro harçlığımız vardı. Fişleri de biriktirip teslim ediyorduk. Yemekler için gayet yeterli bir ücretti. Orada alkol, hediyelik harcamaları için yanınızda Euro götürmenizi tavsiye ederim. Ben 40 Euro falan kendi cebimden harcamıştım.
İlk gün kalacağımız yerlere yerleşip, biraz bölgeyi gezdik (detaylar yurtdışı deneyimi kısmında ↓)
İkinci gün beraber sandviçler hazırlayıp, kahvaltımızı yaptık. Strazburg Üniversitesi’ne gittik. Üniversite içinde afişler ve bilgilendirme broşürleri fazlaydı. Faşizme, homofobi ve transfobiye, savaşa karşı afişler vardı. Cinsel sağlık ve taciz ile ilgili bilgilendirme broşürleri çok iyiydi. Sonrasında biraz gezi turu yapıp, European Implementation Network (EIN)’e gittik. Burada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının uygulanıp uygulanmadığını ve nasıl takip ettiklerini dinledik. Bu noktada süreçlerden, kararların uygulanmasından ve Türkiye’deki durumlardan bahsettik. Gezi öncesinde Türkiye’deki sistem ve AİHM’deki sistem üzerine bize mini bir sunum yapıldığı için daha iyi anladım.
Üçüncü gün yine sandviçlerimizi yiyip kendi aramızda toplantı alarak güne başladık. Sonrasında ilk durağımız olan Avrupa Parlamentosu’na gittik. Burada Türkiye Raportörü Nacho Sánchez ile görüşme gerçekleştirdik. Kendisi yaptığı izlemelerden, Türkiye’de görüştüğü kişilerden bahsetti. Ülkemizin durumunu başka bir kişiden dinlemek cidden ağlama isteği uyandırdı sürekli. Kendisi bize çokça zamanını ayırdı ve sorularımıza da yanıtlar verdi. Sonrasında parlamentoyu biraz turlayıp, bir şeyler atıştırdık. AİHM’in önünden geçtik. Aslında orayı da ziyaret edebilecektik ama artık 30 kişilik grupları aldıkları için randevu alınamamış. Onun yerine, biraz daha ilerleyip Avrupa Konseyi’ne gittik. Burada görüştüğümüz kişi bize Konsey’in kuruluşundan bahsetti. Konseyin çalışma mekanizmaları, işleyişinden sonra yine sorularımızı yönelttik ve günün programını burada tamamladık. Tren ile sıradaki istikamet Brüksel’ yola çıktık.
Dördüncü günümüz en yoğun günümüz olmalı. Otelde kahvaltı yapıldı; ancak ben ona yetişemeyip metroda suşi alıp yedim (metroda vejetaryen suşi var, çok iyi konsept). Bugünün ilk durağı olarak parlamento binasındaki bir sergiye katıldık. İnsan hakları ve tarihteki önemli olaylarla ilgiliydi, sesli anlatım eşliğinde gezdik. Bu alan çevresindeki duvar yazıları genel olarak Filistin özgürlüğü üzerineydi. Şehirde İstanbul sözleşmesi ve kadın hakları ile ilgili afişler de çoğunluktaydı. Oradan sonra Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Danışmanı Sarah Henkel ile görüşme gerçekleştirdik. Gezideki favori 2. etkinliğim buydu. İki masaya ayrıldık. İngilizce bilenler ve diğer masada çevirmene de ihtiyaç duyan kişiler olarak. Sarah Henkel iki masada ayrı ayrı herkesi dinledi. Hangi alanlarda aktivizm yürüttüğümüzden, kampüs içindeki durumlardan ve maruz kaldığımız sorunlardan bahsettik. Kendisi büyük bir ilgi ile dinledi ve notlarını aldı. Hem kendisi sorular sordu hem de bizim sorularımıza yanıtlar verdi.
En yoğun günü boşuna demedim ya, sıradaki durak: ILGA-Europe. Burası benim en sevdiğim yerdi. Çünkü tabii ki ILGA, Uluslararası Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans ve İnterseks Derneği'nin Avrupa bölgesi. Girdiğin oda kuirleşmiş bir alan olunca daha iyi hissediyorsun. Çok tatlıydılar. Önce biz kendimizden bahsettik sonrasında onlar kendilerini tanıttılar ve programlarını, çalışma şekillerini, iş birliği yaptıkları ülkemizdeki dernekleri anlattılar. Biraz sohbet edip, sorularımızı yönelterek toplantımızı bitirdik. Bugün benim en keyif aldığım gündü. Günün son toplantısı da Freedom House ile oldu. Ama açıkçası pek takip edemedim konuşmaları. Regl ağrım artık dayanılmaz bir haldeydi ve yemeğimi yiyip yakalayabildiğim sohbetleri dinledim.
Beşinci güne yine otelde kahvaltı ile başladık, bayağı güzeldi. İlk durağımız olarak European Youth Forum ile bir görüşme gerçekleştirdik. Kişiler ve ortam yine çok tatlıydı. Genç ve kuir alanlar daha konforlu hissettiriyor. Yerde minderler ve önceki günden kalma yılbaşı süsleri ile güzel bir ortamda başladık. Kendimizden bahsederek başladık. Sonrasında yaptıklarını, iş birliklerini ve aktarımlarını dinledik. Sorularımızı yönelttik ve sohbet ettik. Sonraki durağımız ve gezimizin son görüşmesi World Organisation Against Torture (OMCT) ve EuroMed Rights temsilcileriyleydi. Bu görüşmede favori ilk üçüme üçüncü sıradan yerleşiyor. Çok tatlı üç temsilci gelmişti ve yine birbirimizi tanıyarak başladık. Sohbet havasındaydı aynı zamanda ve samimi bir şekilde konuştuk. Kendi alanlarından ve ülkemizdeki iş birliklerinden bahsettiler. Bu görüşmeyi de bitirip son gecemizi şehri gezip, hediyelikler alarak tamamladık.
Artık dönüş günümüz gelmişti ve biraz yorgun, biraz alışmış, biraz dönmek isteyip biraz da dönmek istemeyerek havaalanına doğru yola çıktık. Durağımız İstanbul olacaktı.
Genel olarak tüm bu bağlantıları görmek güzeldi. “Yaptığımız şeyler bir işe yarıyor mu?” sorusu ara ara aklıma gelen bir soruydu. Bu bazen motivasyonumu da düşüren bir şey. Bu gezide tüm bu insanlarla tanışmak, ülkemizdeki hak savunuculuğuna etkilerini görmek ve “Evet! Duyan, bilen varmış” duygusunu hissetmek çok güzeldi. Bir enerji gönderdi bünyeye. Bir yere sıkışıp kalmışlık hissine de iyi geldi. Galiba benim için tüm bu duygusal kısımlar daha önemli.
Tabii ki tüm bu insanlarla tanışmış olmak, sivil toplumun nasıl ilerlediğini, neler yapıldığını, bir şey olduğunda ulaşılabilecek, yapılabilecek başka şeyler de olduğunu görmek çok önemli. Tüm bu sistemler, insanların emekleri ve zamanlarını ayırması çok kıymetli. Alanın içerisinde mental olarak o kadar yıpranıyoruz ki (pek tabii var olarak başlıyor bu yıpranmalar ancak bir de ses çıkarıp aktivizmin içerisinde yer alınca daha çok etkileniyoruz) bana hissettirdiği olumlu duygular ve buraya yaptığı sarmalamalar daha önemli oluyor. Anlatmak, dinlenmek, bilinmek ve anlaşılmak, bir sansüre maruz kalmamak ve dönüşler almak. Bana bu kısımların iyi gelmesi, diğer kısımları daha anlamlı kılıyor.
Geziye başlarken toplu bir tanışma ve sohbet yapmadık ve bu durum sosyal ilişkileri etkiledi bence. Yeni insanlarla iletişim kurmayı seven ve sosyal bir insan olmama rağmen sosyal dinamikler çok ani oluştuğu için pek dahil olamadım bazı noktalarda. Bu durumu değerlendirme toplantısında konuştuk, önümüzdeki sene dikkat edilecek bir husus olacak anladığım kadarıyla. Bir de kimsenin pronounları bilmeden başlamak da olmadı ama çok dikkat ettiğim bir konu olmasına rağmen konuyu açmaya çekindim.
Ayrıca çevirmenimize özel sevgiler. Kendisi ile yaptığımız sohbetler de son derece keyifli önemliydi.
İlk defa yurtdışına çıkmak ve gezi kısmına geldi sırada. Tabii ki çok heyecanlı bir süreçti. Benim için çalkantılı bir gidiş olduğu için gideceğimi düşündüğümdeki ilk heyecan kalmamıştı aslında. Gidene kadar bir terslik mi olacak diye gergindim. Varınca artık yeniden o heyecanı hissetmeye başladım.
Özellikle Strazburg beni çok etkiledi. Hemen tanıdık bir yer haline geldi. Aralık ayında gittiğimiz için yeni yıl konseptindeydi her yer ve o yılbaşı ruhu çok güzeldi. Yılbaşı pazarları kuruluyordu, gezmesi çok keyifliydi. Sakin bir yerdi. Gün geç başlayıp erken bitiyordu. Birkaç kez bara gidip, yemek yiyip, sohbet ettik farklı farklı gruplarla.
Boş zamanlarımızda kendimize göre planlıyorduk her şeyi. Ben özellikle bir akşam, tek zaman geçirmek istedim. Yılbaşı pazarını gezdim ve nehrin kenarında yürüyüş yapıp, en sevdiğim şarkıyı dinleyip, kestane yedim. Nehir, Ren Nehri’nin kollarından birisiydi ve burası benim için çok önemli bir yerdi (Nedeni ve bağlamı merak ederseniz, bir sonraki yazımı okuyabilirsiniz.)
Kafamı nasıl toparladı anlatamam. Çok huzurlu, mutlu bir andı ve nehrin kenarında otururken bir an aklımdan hiçbir şey geçmediğini fark ettim. Çok acayipti. Ne bir dert, sorun, gelecek kaygısı, yapılması gerek bir iş, maddi dert, varoluşsal kriz... Hiçbir şey yoktu. Huzur böyle bir şeydi. Onun dışında evimiz ve evdeki arkadaşımla gece sohbetleri çok güzeldi. Buranın ve Brüksel’in kahvelerine bayıldım. Normalde kahve içmem, aramam da… Ama güzel kahve içmediğim içinmiş o. Bir de özelikle çikolatalı kruvasan ve adını bilmediğim güzel yiyeceklerine bayıldım. Vişneli bira da mükemmeldi. Brüksel de hemen tanıdıklık hissini oluşturdu. Varınca patatesi meşhur diye patates yemeye gittik ve sonrasında biraz yürüdük. Sokağı dönünce birden ana meydana çıktık ve dört tarafı inanılmaz mimariyle kaplıydı, ortada da kocaman bir yılbaşı ağacı. Her yer senin için yeni ve döndüğün sokağın karşına ne çıkaracağını bilmemek inanılmaz heyecan uyandırıcı.
Bayağı gay bar vardı. Özellikle bir tanesi aşırı tatlıydı. Kuir alanları çok seviyor ve buralarda kendimi güvende hissediyorum. Ama Brüksel'de bunu hissetmedim. Aşırı tatlı bir kuir mekanda, büyük ihtimalle cis-het (doğumda atanmış cinsiyeti ve yönelimiyle uyumlu) bir erkek tarafından taciz edildim. Ne bileyim, insan Avrupa'da olduğu birkaç gün içinde de taciz edilmeyi düşünmüyor. Başka kişiler de rahatsız olmuştu ve bildirdik çalışanlara. Orada çok tatlı bir safik çiftle tanıştım. Onları görmek sevgilimi daha çok özletmişti bana. Böyle hoş şeylerden bahsettiğimiz tatlı bir tanışma oldu.
Son gün bayağı yürüdüm. Rastgele sokaklara girdim. Çok güzel meydanlara çıktık. Tüm o hareketlilik ve Noel eğlencesi her yere renk katıyordu. Son gece de eğlenmeye çıktık. Bir mekan aşırı eğlenceliydi. Saatlerce dans ettik, şarkılar söyledik. Çok keyifliydi. Bir noktada, oradaki gençlerin saf bir şekilde eğlenebilmesi sinirlerimi bozdu. Mutlular ve gönül rahatlığıyla eğleniyorlar. Türkiye'de çok zor bir konsept çünkü. Son gecemizi de bu şekilde tamamladık. Son güne sigaram kalmaması benim için çok zordu. Stoklayıp gelmiştim ama eksik kaldı. Tavsiyem: Fazla getirin.
Maksimum 5-6 saatlik uyku ile sabahtan akşama kadar toplantılar, görüşmeler aldık; gezdik, eğlendik. Neyse ki aman aman soğuk değildi hava. Cidden İstanbul daha soğuktu! Tabii bu kadar hareket halinde olmak ve yürümek fiziksel olarak çok yorucuydu. Ben bir de bir haftalık eşya taşıma sürecinden direkt gittiğim için zaten çok yorgundum. Vücut ağrılarımız oldu, özellikle ayaklar… Ama uyku kısmı toparlanmaya yetti. Daha çok yürüyebilsem daha çok yürürdüm. Her anı çok güzeldi.
İşte böyle bir program oldu. Bir sorunuz olursa Lavender’in Instagram hesabına yazarsanız, oradan dönüş sağlayabiliriz.
Son.
Çerez Politikası
Size en iyi hizmeti sunabilmek ve reklam çalışmalarında kullanmak amacıyla sayfamızda çerezlerden faydalanıyoruz. Sayfamızı kullanmaya devam ederek çerez kullanımına izin vermiş oluyorsunuz. Çerezler hakkında ayrıntılı bilgiye Çerez Politikamız'dan ulaşabilirsiniz.