
Sivil toplum kuruluşlarının sürdürülebilirliği konusu hayati önem taşıyor.
Enes Hocaoğulları ve Yıldız Tar’ın yargılamaları devam ederken süregiden barış görüşmeleri ve kapımızda bekleyen yasa tasarısı, ÜniKuir Blog’un söyleşi dizisinin akışını da belirliyor.
İfade Özgürlüğü Derneği’nden Yaman Akdeniz’e kulak veriyoruz bu defa: “Sivil toplum kuruluşlarının sürdürülebilirliği konusu hayati önem taşıyor.”
Gündemlerimiz, dertlerimiz ile buradayız aşkım! Ne yalnızız ne yanlışız!
Söyleşi: Cem
Cem: Öncelikle bizimle buluşmayı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. ÜniKuir takipçilerine, İfade Özgürlüğü Derneği’ni ve çalışmalarınızı tanıtabilir misiniz?
Yaman Akdeniz: İfade Özgürlüğü Derneği sekizinci yaşını doldurdu. Doğuş tarihi ise OHAL dönemine denk geliyor. Türkiye’de olmayan bir şeyin derneğini kurmaya kalkıştık o tarihlerde. Daha sonrasında, Temmuz 2023’te, İFÖD’ün Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konsey (“ECOSOC”) nezdinde akredite olmasını ve özel danışmanlık statüsü kazanmasını sağladık.
Ağırlıklı olarak hukuki mücadele odaklı bir dernek İFÖD. Çok sayıda vatandaşa, öğrenciye, insan hakları savunucularına, gazetecilere, Diken, Bianet, JinNews, Artı Gerçek, Sendika.Org ve kapatılana kadar Gazete Duvar gibi basın kuruluşlarına hukuki destek veren bir konumu var. Önceliğimiz stratejik dava takibi olmakla birlikte siyasi nitelikli çok sayıda ifade ve basın özgürlüğü davasına destek veren ve vermeye devam eden bir yapısı var İFÖD’ün. Bu bağlamda, İFÖD Hukuk Ekibi, Anayasa Mahkemesinin 5651 sayılı Yasanın 8/A ve 9. maddeleriyle ilgili ihlal kararlarında önemli bir rol oynamıştır. Ahmet Alphan Sabancı ve Diğerleri kararındaki 62 başvurunun %48’i, Abdullah Kaya ve Diğerleri kararındaki 503 başvurunun %70’i ve AYM Genel Kurulu nezdindeki Artı Media GmbH başvurusu İFÖD tarafından yapılmıştır. 9. maddenin iptaline yol açan Keskin Kalem Yayıncılık ve Diğerleri kararındaki dokuz başvurudan beşi de İFÖD’e aittir.
Aşağıda da açıklayacağım üzere, hukuk mücadelemiz derneklerin sürdürülebilirliğini de kapsamaktadır. Dolayısıyla, tüm sivil toplum kuruluşlarını ilgilendiren yasal gelişmeleri takip etmekte ve gerekli durumlarda iptal davaları da açmaktayız. Tarlabaşı Toplum Merkezi davasına da başından beri destek vermekteyiz.
Ayrıca, EngelliWeb projemiz kapsamında erişim engelleme ve sansür uygulamalarını gündelik olarak tüm kamuoyuna duyurmamızı ve bu konudaki yıllık raporlarımızı da unutmamak gerekir. Bunlara ek olarak, her sene ifade özgürlüğü ile ilintili kapasite geliştirme programları hazırlıyoruz ve son yıllarda sadece İstanbul odaklı değil, Türkiye’nin dört bir yanını hedef alan programlar üzerinde yoğunlaşıyoruz.
Cem: Derneklerin denetimlerinin risk analizine göre yapılacağı hakkındaki yönetmelik değişiklikleri hakkında verdiğiniz mücadelenin kazancı olan Danıştay iptali üzerinden sadece birkaç ay geçti. Bu birkaç ay içerisinde İçişleri Bakanlığı'nın 19 Eylül 2025 tarihli "Üniversitelerde Güvenlik Tedbirleri" genelgesinde "marjinal grup" ve "terör" “provokasyon” gibi ucu açık tabirler ile öğrenci topluluklarının hedef alındığını görüyoruz. Sizin bu kazancınızdan öğrenme ve beslenme maksadıyla, yürüttüğünüz bu hukuki süreci, ilerleyişini ve benzer durumlarda nasıl bir yöntem izlenilmesi gerektiğini, kısacası deneyimleriniz ve tavsiyelerinizi öğrenebilir miyiz?
Yaman Akdeniz: Yukarıda da bahsettiğim üzere, biz sivil toplum kuruluşlarının sürdürülebilirliğini ilgilendiren tüm hukuki gelişmeleri takip ediyor, gerekli gördüğümüzde de yargı yoluna başvuruyoruz. Danıştay nezdindeki mücadelemiz de bunlardan bir tanesiydi. İFÖD olarak, bu kararın detaylarını resmî açıklamamızda da paylaştık (bkz. https://ifade.org.tr/basin-bultenleri-ve-duyurular/sivil-toplum-icin-kritik-karar-danistay-risk-siniflandirmasini-iptal-etti/). Yapılan Yönetmelik değişikliğiyle, derneklerin denetimleri "risk analizine" göre sınıflandırılacak ve yüksek, orta veya düşük risk grubuna göre daha sıkı denetlenecekti. Ancak "risk" kavramı yasada tanımlanmamıştı; neye göre yüksek riskli olunacağı belirsizdi. Bu, keyfi uygulamalara kapı açıyor, özellikle muhalif veya hak odaklı dernekleri hedef alabilecek bir mekanizma yaratıyordu. İFÖD olarak, bu düzenlemenin Anayasa'ya, Dernekler Kanunu'na ve uluslararası insan hakları standartlarına aykırı olduğunu gördük.
Dolayısıyla, Danıştay nezdinde iptal davası açtık (E. 2021/6971). Dava dilekçemizde, Dernekler Kanunu’nun 19. maddesinde yer alan risk kavramının tanımlanmadığını, düzenlemenin yasada hiç öngörülmeyen bir sınıflandırmayı ilk defa yönetmelikle getirdiğini ve keyfiliği artıracak şekilde usul/esasların Genel Müdürlükçe belirleneceğini vurguladık. Bu durumun yasallık ilkesine aykırı olduğunu belirttik. Ayrıca, düzenlemenin örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiğini ileri sürdük. Yaklaşık dört yıllık bir inceleme sonrası, 28 Mayıs 2025'te karar çıktı (K. 2025/2774). Kararda, derneklerin hangi kriterlere göre risk gruplarına ayrılacağının açık biçimde belirlenmemesi, kriterlerin her yıl değiştirilebilir olması ve bu belirsizliğin denetimleri keyfi hale getirebilmesi, hukuki güvenlik ve belirlilik ilkesine aykırı bulundu.
Bu kararın açıklanmasının üzerinden sadece birkaç ay geçti ve şimdi İçişleri Bakanlığı'nın 19 Eylül 2025 tarihli "Üniversitelerde Güvenlik Tedbirleri" genelgesini görüyoruz. Bu genelge, benzer sorunları içeriyor: "Marjinal grup", "terör örgütü müzahiri", "provokasyon", "illegal oluşum" ve "istismar" gibi ucu açık, belirsiz terimler kullanılmış. Örneğin, genelgenin 2. maddesinde sosyal medya üzerinden "istismar ve provokasyonlara" karşı duyarlılık vurgulanırken, 7. maddede yeni kayıt yaptıran öğrencilere yönelik "illegal/marjinal oluşumların" stant açmasına müsaade edilmemesi talimatı veriliyor. Bunlar, öğrenci topluluklarını ve özellikle LGBTQ+ hakları, çevre, insan hakları, demokrasi veya gençlik odaklı grupları kolayca hedef alabilir. Üniversitelerdeki etkinlikler, toplantılar veya sosyal medya paylaşımları, bu terimler altında "provokasyon" olarak etiketlenip kısıtlanabilir. Bu, Anayasa’nın 34. maddesindeki toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, 26. maddesindeki ifade özgürlüğünü doğrudan tehdit ediyor. Genelge, üniversite yönetimlerini ve kolluk kuvvetlerini koordinasyona zorlayarak, önleyici tedbirleri arttırmayı ve sivil alanı daraltmayı hedefliyor. Demokratik toplumlarda kabul edilebilir bir yaklaşım olmadığı kesin.
Sonuç almak zorlaşsa dahi, hukuki mücadeleden asla vazgeçmemek gerekiyor. Biz de deneyimlerimizi kamuoyu ile elimizden geldiğince paylaşmaya, yol göstermeye çalışıyoruz.
Cem: İFÖD olarak bazı sosyal medya şirketlerine sansür konusunda yazılan ortak açık mektupta yer aldınız. Bunun cevabı olarak herhangi bir sonuç alabildiniz mi? Bu mektup sonrasında neler oldu?
Yaman Akdeniz: Ortak açık mektup girişimleri sivil toplum kuruluşları tarafından yaygın olarak kullanılan bir aktivizm metodudur. Öncelikli olarak hedef de belli bir konudaki çekinceleri, temel hak ve özgürlüklere yapılan müdahaleleri gündeme getirmektir. Biz de Human Rights Watch ve Article 19 ile beraber hazırladığımız açık mektupta özellikle X ve Meta gibi sosyal medya şirketlerine Türkiye politikaları ve uygulamaları ile ilgili bazı tespitlerimizi ve uyarılarımızı sunduk. Doğrudan bir etkisi olmasa da her iki şirket yetkilileri ile bu açık mektup üzerine görüşmelerimiz oldu. Açıkçası, tarihe not düşmekten öteye gitmediğini söyleyebilirim. Ticari kaygıların, ifade özgürlüğü gibi temel hak ve özgürlüklere daha ağır bastığını 19 Mart 2025 tarihinden bu yana açıkça görüyoruz.
Cem: Sosyal medyada yer almayan Enes hakkında başlatılan hukuki süreçte suçun işlendiği yer X platformu olarak gösterilmiştir; bunun yanında İngilizce yaptığı konuşmanın çevirisinde Enes’in kullandığı kavramlara nazaran kulağa daha şiddetli gelen kavramlar kullanılmıştır. Günümüz sosyal medya platformlarında medya okumasının azalması ve bunun yarattığı dezenformasyon içerisinde ifade özgürlüğü kısıtlanan buna benzer bir sürü somut olayla karşılaşabiliriz. Bunun ifade özgürlüğü bakımından değerlendirilmesi, kişinin ifade özgürlüğünün kendi rızası dışında yayılması, kelimelerinin altyazıyla uyuşmaması ve bu şekilde hedef gösterilmesinin ifade özgürlüğü hakkı üzerinde değerlendirilmesini yapabilir misiniz?
Yaman Akdeniz: Enes’in durumu, Türkiye’de ifade özgürlüğünün karşı karşıya olduğu sistematik sorunların çarpıcı bir örneği. Tek bir gün dahi tutuklu kalmaması gerekirken, 35 gün tutuklu kaldı ve yargılanıyor, hem de halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçundan. Enes’in Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’nde yaptığı konuşma içeriği asla bu suç kapsamında değerlendirilemez. Hatta alkışlanması gereken bu konuşma içeriğinin herhangi bir suç olarak değerlendirilmesi mümkün değil. Fakat, Türkiye’de bu tip suç tipleri keyfi olarak muhalif sesleri susturmak için kullanılıyor. TCK 217/A Meclis gündemine geldiğinde de bu uyarıyı yapmıştık. Maalesef uygulama şekli hiç şaşırtmadı. Bu suçun uygulanabilmesi için, öncelikle konuşmanın halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle yapılmış olması gerekiyor. Sadece bu da yeterli değil. İkincisi, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde yayması gerekiyor. Böyle bir durumun söz konusu olmadığı açıkken, Enes’in yargılanıyor olması, özellikle sivil toplum ve hak savunucuları üzerinde dondurucu etki yaratmak. Bu davayı başka türlü açıklamak mümkün değil.
Cem: Sanatın ve sanatçının hedef alınması her zaman söz konusuydu. Şimdilerde sanatçılar “müstehcenlik” ya da “teşhircilik” gerekçeleri ile yargılanıyorlar. Mabel Matiz’in şarkı sözleri hedef alınıyor, Manifest’in giyim kuşamı suç konusu olarak değerlendiriliyor. Bu konu hakkında, Mabel ve Manifest örnekleri özelinde, sanatın ifade özgürlüğü içerisindeki yeri ve başlatılan bu hukuki süreçler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yaman Akdeniz: Amaç her zaman susturmak ve dondurucu etki yaratmak. Kaldı ki, sanatın ve sanatçının hedef alınması, Türkiye’de ifade özgürlüğünün en hassas alanlarından biri ve ne yazık ki tarih boyunca süregelen bir sorun. Bu durum, sadece bireysel özgürlükleri değil, toplumun kültürel çeşitliliğini de baltalıyor. Mabel Matiz, Manifest, Sarinvomit, Leman dergisi ve hatta Kızılcık Şerbeti dizisi örnekleri, bu trendin somutlaşmış hali.
Kanımca sanat, eleştiri, provokasyon veya toplumsal normları sorgulama aracıdır. Fakat, yukarıda bahsettiğimiz örnekler muhafazakâr Hükümetin özellikle “Aile Yılı” temasıyla örtüşmüyor. Diyanet, RTÜK ve Aile Bakanlığı gibi aktörlerle sanatın baskılandığını görüyoruz. Sorun sadece sanatla da sınırlı değil. Bir yılı aşkın bir süredir Roblox ve Wattpad gibi platformlar da Türkiye’den sansürlü. Kaldı ki Spotify, Apple Music ve Netflix gibi platformlar üzerinde de git gide artan bir baskı görüyoruz. Bu baskılar uzun bir süre devam edecek gözükürken sivil toplumun devam eden davalara mutlaka destek olması gerekiyor.
Cem: Sosyal medya kullanıcısı olan gençler olarak erişim engeli ve bant genişliği daraltılması yöntemleriyle ifade özgürlüğünün engellenmesi veya kısıtlanmasına maalesef ki alıştık. İfade özgürlüğü hakkının ihlalleri bu kadar yoğun iken gençler olarak haklarımızın gasp edilmesi durumunda bu konuda neler yapabiliriz? Bu alışılmışlıkla mücadele ve belki de haklarımızı savunmamıza atılacak adım olarak tavsiyeleriniz var mı?
Yaman Akdeniz: İçinde bulunduğumuz siyasi konjonktürde sonuç almanın kolay olmadığının farkındayız. Fakat, tüm zorluklara rağmen, sivil toplum kuruluşlarının sürdürülebilirliği konusu hayati önem taşıyor. Öncelikle bunu unutmamak lazım. İkincisi, hiçbir zaman umudu yitirmemek lazım. Üçüncüsü, mevcut duruma alışmamak gerekiyor. Dördüncüsü, sivil toplum içindeki dayanışma da önemli. Biz İFÖD, olarak tüm sivil toplum kuruluşlarına ve özellikle gençlere hukuki destek vermeye her zaman hazırız.
Cem: Bize ayırdığınız zaman için çok teşekkür ederiz. Sizin eklemek istediğiniz bir şey var mıdır?
Yaman Akdeniz: Ben teşekkür ederim, bu fırsatı verdiğiniz için. Eklemek istediğim tek şey, gençler olarak ifade özgürlüğü mücadelesinde yalnız olmadığınızı hatırlatmak: İFÖD olarak, hukuki destekten kapasite geliştirme programlarına kadar yanınızdayız. Zor zamanlarda umudu yitirmeyin. Bize her zaman ulaşabilirsiniz.