
Paket paket yasalar yataklarımızdan sızmasın diye, 15 ekim sabahı günlüğümde bir kesit
Telefonumun titriyor!
Yataktan kalkıyorum. Gece pencere açık kalmış, soğuk hava vücuduma çarpıyor. Salondayım, kapı hafifçe kapanmış.
"Alo?"
"Yargı Paketi geldi…"
Camdan dışarı bakıyorum. Karşı apartmandaki ışıklar yanıyor. Birisi mutfağında kahve yapıyor. Başka birisi balkonunda sigara içiyor. Öylesine bir sabah.
"Anladım. "
Telefonu kapatıyorum. Ellerim titremiyor, içim titriyor. Odaya geri dönüyorum. Uykulu, mahmur gözlerle bana bakan bir çift göz:
"Ne oldu?"
(Böyle sabahlara bir gölge düştü. Huzurla uyuduğun sabahın akşamında anayasaya karşı oldun. Kriminal oldun.--- Diyemiyorum. .)
"İş… Sadece iş…"
Kahve demleniyor. Ellerimiz mi titriyor fincan mı? Haberleri okuyorum telefondan. Her madde, çarşaflarımıza sızıyor. Her satır, yatak odamızda bir göz gibi.
Komşularım, onlar da kaygılı mı devletin yatak odalarına kadar gireceğine dair?
Dün akşam spor çantasıyla gym'den dönen laço "Bu ülkede abartılıyor her şey. Bak biz gayet rahat yaşıyoruz." demişti. O da okuyor mu bu haberi? Uzağında mı yoksa hala? Camdan plazanın son katında laptopunu açmış, sabah toplantısı öncesi haberleri okuyan bir lubunya. Ekrana gülümsüyor, "Günaydın" diyor, sanki hiçbir şey yokmuş gibi devam ediyor bugüne de. O da bilmiyor mu ki artık hiçbir spor salonu, hiçbir plaza, hiçbir hayat makul olmayacak.
Kahvemi yudumluyorum. Gözlerimizde korku. Ama bundan ibaret değil, bir şey daha var, bir inat.
"Gel…"
Geliyor. Kıvrılıyor yanıma. Sarılıyoruz yeniden. Bu sefer farklı. Sabahki o şehvet dolu sarılmadan farklı. Bu sefer sadece iki beden değil, iki direniş öyküsü sarılıyor birbirine.
Telefonum titriyor yeniden. Bir yandan WhatsApp grup bildirimleri… Mesajlar ardı ardına geliyor. Avukatlar strateji bir şeyler diyor. Dayanışma ağları çoktan yeniden yazışmaya başlamış. Biri "Hangi barda buluşuyoruz bu akşam?" yazıyor. Başkası “Haftaya ODTÜ’nün partisi mi var yoksa?" diye espri yapıyor. Bu ses çok tanıdık. Her seferinde aynı ses.
Birlikte okuyoruz mesajları. Yemişiz code of conductı… Her mesajla biraz daha güçleniyoruz. Çünkü hatırlıyoruz bu ilk değil. Yüzbinler olup İstiklal’de olduğumuz günler de ilk olmayacak biliyoruz. Kaçıncı paket, kaçıncı yasa kaçıncı sürgüne teşebbüs bu?
Kahvelerimizi yudumlarken haberleri okuyorum ona, bu sefer farklı bir tonla. Her madde okunduğunda daha çok yaklaşıyoruz birbirimize. Ama bu sefer korkudan değil. İnatla. Aşkla.
Hafif bir güllüm alıkasım da var, dökülüveriyor dudaklarımdan 25li yaşların boomer sesi:Biliyor musun, onların paketleri var, bizimse kolilerimiz.
Gülüyor. Anlıyor.
Güneş mutfağa vuruyor. Şehir uyanıyor. Müziği açıyorum. Sessiz değil, hiç. Mutfaktayız, alabildiğine dans ediyoruz. Kuir neşeyle öfkenin içinde buluyoruz bedenlerimizi… Yatağa dönüyoruz.
"Korkuyor musun? "
"Evet. Ama sen varsın. Onlar var. Hepimiz varız."
Korkuyoruz ama yalnız değiliz. Korkuyoruz ama güçsüz değiliz. Korkuyoruz ama buradayız.
Sarılıyoruz. Yeniden sevişmeye başlıyoruz Bu sefer, her dokunuş biraz direniş, her öpüş biraz isyan, her inleme bir eylem.
Perdeleri açıyorum. Güneş doluyor içeri…
"Hadi, yaşayalım alabildiğine ki yaşatalım yarınlara."
aşk sızsın çatlaklardan
plazalar yıkılsın öfkeden
soba dumanı sinmiş duvarlardan
beyaz yakalının spor salonlarına,
taşacak aşkın ve hazzın binbir rengi.
kalmayacak yasanın esamesi.
olacak yeryüzü aşkın yüzü.