Beyazıt’ta yıkılan o barikatın açtığı yola ses veren Hacettepe Üniversitesi’ne neler olduğunu dinliyoruz. Hacettepe Onur Haftası’na davetlisin lubunya
28 nisan pazartesi günü, Hacettepe Üniversitesi Aile ve Tüketici Bilimleri Bölümü bünyesinde Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı iş birliğiyle “Aile’nin Güçlendirilmesi Sempozyumu’’ gerçekleştirildi. Aile Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’ın katılımıyla gerçekleşen sempozyuma katılım, kimi hocalar tarafından yoklama vasıtasıyla öğrencilere zorunlu kılındı. Diğer yandan bu sempozyumu protesto etmek isteyen öğrencileri gözaltı ve tutuklamalarla yıldırmak, korkutmak için sabahtan Beytepe kampüsünün nizamiyesinde 2 polis otobüsü, 1 TOMA ve birçok ekip arabası bekletildi. Apar topar hukuk fakültesine taşınan sempozyumu bu gözdağına rağmen protesto etmek için toplanan öğrencilerin önüne barikatlar çekildi, sempozyum salonuna alınmadılar. 19 Mart’tan beri öğrencilere şiddet uygulamaktan çekinmeyen özel güvenlik birimleri de öğrencilere saldırmaktan geri durmadı. Direnen öğrenciler yıktıkları barikatlara el koydu. Hukuk fakültesi dışında protestolar sürdü. Ardından 19 Mart’ı takip eden süreç ve örgütlenmeye dair forum alındı. Tutuklama ve gözaltı olmamasına rağmen birçok öğrenci özel güvenlik tarafından darp edildi, yaralandı. İçlerinde suratı yumruklananlar bile vardı. Buna rağmen protestoyu sürdüren öğrenciler içeri alınmadıkları hukuk fakültesinin kapısını mora boyadı. Üniversite özerkliğini açık bir biçimde tehdit eden kampüs içerisindeki polis ablukası, bakanın ayrılmasıyla birlikte kampüsü terk etti.
Ben bunları yazarken Boğaziçi Üniversitesi’nde benzer bir abluka vardı. Normal şartlarda kampüse girmesi bile düşünülemeyecek birisi Boğaziçi Üniversitesi’nin resmi topluluklarından BİSAK tarafından konuşmacı olarak davet edilmişti. Kampüslerinde gericiliğe geçit vermek istemeyen, tartışmalı ve ayrıştırıcı söylemlere sahip kişiyi içeri sokmak istemeyen öğrenciler polis ve ÖGB tarafından dövüldü. İçeride biber gazının kullanıldığı saldırı devam ederken, okulla ilişiği olmayan saldırgan/şeriatçı gruplar da kampüs dışında bekliyor, öğrencileri tehdit ediyordu.
Kültürel hegemonyayı ele geçirmeyi sayıklayan iktidarın sempozyum ve konferans gibi akademik suretlerin ardına gizlenerek kampüslerimizde ne yapmaya çalıştığını görüyoruz. Gericilik ve faşizmle mücadele eden fikirlere benzer bir özgürlük alanı tanınmazken görünür bir biçimde iktidar politikalarından cesaret alarak kampüslerde daha faal hale gelen ve daha fazla cüret kazanan bu tarz yapılar kampüslerdeki özgürlük ortamını hedef alıyor.
Yıllardır süren YÖK baskısına ve 19 Mart’tan sonra normalleştirilmeye çalışılan polis ablukasına rağmen kampüsler hala çoğu öğrenci için birlikte öğrenebildikleri, dayanıştıkları, örgütlendikleri ve kısmi de olsa güvenli alanlar kurabildikleri kurtarılmış bölgeler. Kendisine gösterilen direnci kırmak isteyen iktidar farklı zamanlarda, farklı üniversite kampüslerini ele geçirmeye çalışıyor. 29 nisan gecesi, Beytepe erkek yurtlarında 1 Mayıs bildirisi dağıtan öğrenciler kendilerine “Hacettepe Üniversitesi Teşkilatı” diyen grubun saldırısına uğradı. Daha önce de yurtlarda benzer bir saldırı gerçekleştiren çete ve mensupları kimliklerini paylaşmaktan çekinmese ve her ne kadar kampüs içerisinde kim oldukları yönetim de dahil herkes tarafından bilinse de herhangi bir yaptırımla karşılaşmadı.Yaptırımsızlığın ve yönetim tarafından desteklendiklerinin bilinmesi bu saldırıyı ve daha nicelerini cesaretlendirdi. Aynı gece saldırının ardından toplanan ve protesto eden öğrenciler ile çete arasında bir arbede başladı. Kimi öğrencilerin iddia ettiğine göre arbede esnasında ÖGB tarafından bu çetenin mensuplarına kameraların çekmediği kör noktalar işaret edilerek destek olundu. Saldırının ardından 1 Mayıs bildirisi dağıtan ve şiddet gören öğrencilere soruşturma açılırken bu çetenin mensuplarına ve defalarca öğrenci yurdu basıp öğrencileri darp eden saldırganlarla ilgili benzer bir adım atıldı mı bilinmiyor.
6 mayıs salı günü, kampüs içerisinde örgütlü, kendisini “Hacettepe Gazze Camii Hanımlar Grubu” olarak tanımlayan bir grubun gizlice rektörlüğe teslim edilecek homofobik bir dilekçe çalışması için örgütlendikleri ortaya çıktı. Lut kavmine referansları göze çarpan bu nefret hareketi Eğitim Fakültesi, Hukuk Fakültesi, Hazırlık, Mühendislik Fakültesi, Fen Fakültesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi gibi birçok fakültede isimlerini paylaşmaktan çekinmeyen 22 kişi tarafından yürütülmekteydi. Üniversitenin 2023’te kapatılan, uzun mücadeleler sonucunda yeniden açılan kuir topluluğu türlü tehditler nedeniyle resmi etkinlik düzenleyemezken, öğrenciler kampüs içerisindeki yetersiz hijyen, güvenlik zafiyeti, yemekhane zammı ve pandemide kaldırılan öğrenci servislerinin yarattığı mağduriyetle ilgili rektörlükle görüşebilmek ve hatta randevu almak için uğraşırken, mevzubahis grup dilekçenin teslim edileceği günden, teslim edileceği yere kadar her şeyi belirlemişti.
7 mayıs çarşamba günü büyük bir gizlilikle saklanmaya çalışılan, yalnızca elden dağıtılan dilekçenin bir kopyasına ulaşıldı. Söz konusu dilekçede yalnızca LGBTİ+’lar değil aynı zamanda da “toplumsal cinsiyet eşitliği gibi ülkemizin ve milletimizin genel ahlakını bozan, örf adet ve gelenek gibi kamu düzenini ihlal eden” gibi ibarelerle kadınlar da hedef alınmaktaydı. Aynı dilekçede kampüste huzuru ve öğrencilerin eğitime erişim hakkını engellediği gerekçesiyle kampüs içerisinde LGBTİ+ çağrışımı yapan bayraklar, semboller ve afişlerin ve aynı şekilde etkinliklerin yasaklanması talep ediliyordu. Üniversite yönetiminden beklenen bu örgütlenmelerin başını çekenlerin tespit edilmesi ve cezalandırılmasıydı. Kampüs içerisinde defalarca kez öğrencilere saldıran, kadın bir öğrenciyi taciz eden ismi sanı yeri yurdu bilinen faşist çetenin mensuplarına dair hiçbir işlem yapılmazken barışçıl gösteri hakkını kullanan öğrencileri hedef alan bu örgütlenmenin işbirlikçilerinin kim olduğu ortada.
Homofobi yalnızca LGBTİ+’ların sorunu değildir. Patriyarkal zihniyetin kendisini meşrulaştırma aracıdır. Önce lubunlar diye başlanan dilekçe sonra kadınlara oradan da iktidar politikalarına karşı çıkan herkese sıçradı. Eski kodlarla yeni siyaset üretmeye çalışan, homofobiyi bir ayrıştırma biçimi olarak kullanan iktidar kampüs içerisindeki işbirlikçileriyle birlikte çatlaklardan sızıp yıllardır apolitiklikle yan yana getirilen Hacettepe’de ortaya çıkan politik direnç ve eylemliliği kırmaya çalışıyor.
Somalı madencilerin tutuklu avukatı Can Atalay’ın çok sevdiğim bir tabiri var: “Çürük dişimize dokunulmuş gibi tepki vermek”.
İktidarın bölücü ve ayrıştırıcı politikaları karşısında kampüslerin özerkliğini korumak için Can Atalay’ın dediği gibi kimi veya neyi hedef aldığına bakmadan çürük dişimize dokunulmuş gibi tepki göstermemiz gerekiyor. Zira bu grubun sempozyumun ardından örgütlenmeye karar vermesi bir tesadüf değil. Karşılaştığı öğrenci dayanışmasını kampüslere sızarak bölmek ve öğrencileri kutuplaştırmak isteyen iktidarın cambazlarından birisi bu sefer bir dilekçeyle karşımıza çıkıyor.
8 mayıs perşembe günü, öğrenci whatsapp gruplarında sarı sendika Memur-Sen’in hazırladığı homofobik dilekçe dolaşıma girdi. Söylenilene göre kampüs içerisinde stant açan sarı sendikanın dilekçesinde ailenin korunabilmesi için “toplumsal cinsiyet eşitliği gibi kadın ve erkek arasında çatışmaya yol açan, her iki cinsin toplumsal ve bireysel konumunu zayıflatan, cinsiyetsizliği, buna bağlı olarak eşcinselliği…meşrulaştıran…’’ söylem ve eylemlere karşı eylemliliğin hukuksal bir statü kazanması; bunun için de Medeni Kanun’da düzenleme talep ediliyordu.
9 mayıs cuma günü öğrenciler nefret bildirisine ve Memur-Sen standına karşı kampüs içerisinde yürüdü. Kendilerinden daha kalabalık bir özel güvenlik görevlisi ordusuyla yürüyen öğrenciler yürüyüşün ardından çimlerde forum aldı. Orada yürüyen bir öğrenci olarak üzülerek şunu itiraf etmek istiyorum, diğer günlerde gösterilen politik eylemlilik o gün yeterince gösterilmedi. Daha öncesinde yine öğrenciler forum almak istediğinde kilitlenen Ali İsmail Korkmaz amfisine direne direne girebilmiştik ancak o gün sayımız azdı. Görünürde öyle olsa da kampüs içerisinde faal hale getirilen bu politikaların yalnızca lubunyaları değil özgür ve eşit yaşamak iradesi gösteren her öğrenciyi hedef aldığını biliyoruz. Bu yüzden de amasız fakatsız kampüse sızmaya çalışan iktidar cambazlarına karşı ortak bir tepki almak gerekiyor. Çünkü iktidarın baskıcı politikaları karşısında gösterilmeyen her eylemlilik ve geri atılan her adım topyekûn mücadelede kaybedilen bir mevzidir.
Yine 9 mayıs cuma günü, ODTÜ’de direnen öğrencilere gösterilen polis şiddeti karşısında sıra arkadaşlarımızın ilan ettiği akademik boykota destek verdiği gerekçesiyle bir hocamızın işinden edildiğini öğrendik. Eğitim Fakültesi’nde görevli hocamız jurnalci bir öğrencinin CİMER şikayetinin ardından ivedilikle bir soruşturmaya tabi tutulup ardından görevine son verildi. Akademik boykotu önlemek için apar topar bir hafta içerisinde elektronik yoklama sistemi başlatan kayyum yönetim, akademiyi ve akademisyenleri türlü biçimlerde abluka altına aldı. Özellikle İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi gibi birtakım işbirlikçi fakülte yönetimleri bu ablukayı ders esnasında derslik derslik gezmek gibi daha abes boyutlara bile taşıdı. Öğrencileri korumak, kampüs içi koşullarını iyileştirilmek için gösterilmeyen irade akademiyi iktidara peşkeş çekmek için gösterildi. Belli gruplara tanınan fikir ve ifade özgürlüğü kendilerinden olmayan herkesin tepesinde, öğrencisinden akademisyenine demir bir yumruk gibi sallandırıldı.
11 mayıs pazar günü, öğrenci gruplarında yayılan bu bildiriye tepki gösteren bir öğrencinin kişisel bilgilerinin ve numarasının ifşalandığını öğrendik. Numarası ve kişisel bilgileri ifşa edilen öğrenci ölüm ve tehdit mesajları ile yıldırılmaya çalışıldı. İddiasına göre kendisini tehdit edenler okulla ilişiği olmayan bir gruba mensuptu. Üniversite kampüsleri içerisinde sayıca azlığının farkında olan faşist ve işbirlikçi çeteler tıpkı Boğaziçi’nde yaptıkları gibi öğrencileri korkutmak ve sindirmek için dışarıdaki bağlantılarını kullanıyor. Öğrencileri ve politik eylemliliklerini kampüslerin içine hapsetmek ve işbirlikçi kayyum yönetimlerle birlikte bu direnci kampüs içinde yutmak niyetindeler. Öğrencilerin Twitter beyanlarından, sokakta gösterdikleri eylemliliğe kadar kampüs dışında gerçekleştirdikleri eylemleri bahane ederek soruşturma ve yaptırımla tehdit eden üniversite yönetimleri, kampüs içerisinde öğrenci güvenliğini sağlamakta isteksiz. Söz konusu cezalandırmak olduğunda sorumluluğunu aldıkları öğrencileri, mevzu öğrenci güvenliğini sağlamaya geldiğinde yalnız bırakıyor. Direnen öğrencilerin kimlikleri ivedilikle bulunurken öğrencileri fişleyen, jurnalleyen çetelerin önüne atanların kimlikleriyse bulunmak istenmiyor.
14 mayıs perşembe günü, öğrenci gruplarında işbirlikçi sempozyuma karşı tepki gösteren 30 öğrencinin tehdit ve soruşturmaya maruz kaldığını öğrendik. Aile ve Tüketici Bilimleri topluluk Whatsapp grubununda sempozyumu eleştiren öğrenciler önce topluluk başkanının babası tarafından tehdit edildi. Ardından bu hafta okul tarafından kendilerine soruşturma açıldığını öğrendik. Öğrencilere tehdit ve hakaret edenlerin sırtı sıvazlanırken yalnızca fikirlerini belirten, itiraz eden öğrenciler yine kayyum sopasıyla korkutulmaya ve sindirilmeye çalışılıyor. Bu haksız soruşturma karşısında öğrenciler kamuoyunun desteğini talep ediyor. Toplumsal ve tarihsel belleği zayıf ve sorunlu bu ülkede bedel ödeyenleri yalnız bırakmamak; hatırlamak ve desteklemek en etkin direniş biçimlerinden birisidir diye düşünüyorum. Özellikle de 3 yıl sonra açılan ODTÜ onur yürüyüşü davasından sonra kimseyi geride bırakmadan bu haksızlıkların takibini yapmak karanlıktan çıkmayı umut edenlerin en asli görevi.
Barikatları yıkan, gaz bulutlarının altında aman vermeyen, baskılara karşı yılmadan direnen üniversite öğrencileri olarak, kampüslerimizi karanlığa teslim etmeyeceğiz! Yıllardır kayyum atamaları, YÖK baskıları ve polis ablukalarıyla kuşatılmaya çalışılan üniversitelerimizi, dayanışmanın ve özgürlüğün kaleleri olarak savunmakta kararlıyız.
İktidar, politikalarını sempozyum salonlarında cilalayıp, işbirlikçi grupları cesaretlendiren deniz fenerleri gibi kampüslerimize dikmeye çalışsa da yılmayacağız. Çatlaklardan sızarak LGBTİ+’ları hedef gösteren, eski kodlarını taze korkularla süsleyip üstümüze salmaya kalkanlara karşı, çürük dişimize dokunulmuş gibi ayağa kalkacağız. Çünkü 19 Mart’tan bu yana Hacettepe’de tırmandırılan baskı, saldırılar ve direnişin hararetli anları bize bir kez daha gösterdi ki, amasız, fakatsız, tavizsiz mücadele ve dayanışma en güçlü silahımız.
Ellerinde tuttukları tüm güce rağmen, Boğaziçi’nde, Hacettepe’de iktidar cambazlığını ancak bizimle köşe kapmaca oynayarak, polis ve ÖGB barikatlarının arkasına sığınarak, haksız soruşturmalarla tepemize çökerek ve yine de o kampüslerin en ücra köşelerine çekilerek sürdürebilenlere karşı en büyük dayanağımız, uslanmadan ve unutmadan büyüttüğümüz öğrenci dayanışmamız.
Çerez Politikası
Size en iyi hizmeti sunabilmek ve reklam çalışmalarında kullanmak amacıyla sayfamızda çerezlerden faydalanıyoruz. Sayfamızı kullanmaya devam ederek çerez kullanımına izin vermiş oluyorsunuz. Çerezler hakkında ayrıntılı bilgiye Çerez Politikamız'dan ulaşabilirsiniz.