
Bu kez rotamızı İsrail’e çeviriyoruz. Filistin’de yaşanan soykırıma karşı vicdani ret ile direnen ve bedel ödeyenlerin sözünü dinliyoruz.
Sınırları Aşan Bir Diyalog Serisi'nde Bu kez rotamızı İsrail’e çeviriyoruz. Filistin’de yaşanan soykırıma karşı vicdani ret ile direnen ve bedel ödeyenlerin sözünü dinliyoruz. İnanıyoruz ki barış, halkların eşitlik ve sömürüsüzlükte direttiği onurlu mücadelelerden doğacak.
Mesarvot’tan Allon’a kulak veriyoruz; sesi, bireysel cesaretin ötesinde, baskıyı, zorbalığı ve sınırları aşan ortak bir vicdanın yankısı.
Şerife: Başlamadan önce, bize biraz kendinden bahseder misin?
Allon: Ben Allon, 18 yaşındayım ve İsrail Savunma Kuvvetleri’ne (Israel Defence Forces, IDF) katılmayı reddedeceğim. Şu anda “hizmet yılı” denilen ara yıldayım. Bir yıl boyunca bir gençlik hareketinde veya sivil toplum örgütünde gönüllülük yaptığın, birkaç gönüllüyle birlikte komün tarzı bir evde yaşadığın ve askerlik hizmetini bir yıl ertelediğin bir dönem bu.
Şerife: Siyasi sağın, özellikle de Siyonist sağın yükselişi İsrail toplumunu nasıl şekillendirdi? Sen günlük hayatında bunun etkisini nasıl hissediyorsun?
Allon: Siyonist sağın yükselişiyle birlikte toplumda gerçekleşen radikal değişiklikleri her gün fark edebiliyorsun. Radikal olmasan bile solcu olmak neredeyse vatana ihanet gibi görülüyor. İnsan yavaş yavaş siyasi görüşünü yüksek sesle söylemekten, tartışmalı sayılabilecek tişörtler giymekten korkmaya başlıyor. Örneğin, bu korkunç soykırımın son bulmasını talep eden basit bir tişört giymek, hele ki Arapça yazılı ise, ihanete eşdeğer sayılabiliyor. Filistinlilerle barış çağrısı yapan en ufak şey bile “ihanet” olarak damgalanıyor. İsrail toplumunun askerlik üzerine kurulu olması da bu durumu daha da zorlaştırıyor. Eğer askere gitmezsen, nedenin ahlaki olmasa bile, toplumda aşağıda konumlandırılıyorsun; bu da vatana ihanet gibi algılanıyor. Doğduğun andan itibaren sana sürekli askere gitmen gerektiği öğretiliyor ve gitmemek bir seçenek olarak sunulmuyor. Dolayısıyla, reddetmeyi seçmek doğal olarak ürkütücü hale geliyor.
Şerife: İsrail toplumunda ordu ve askerlik nasıl bir anlam ya da değer taşıyor?
Allon: Daha önce söylediğim gibi, İsrail toplumu askerlikte üstlendiğin role çok sıkı bağlanmış durumda. Okulda seçtiğin ek dersler bile genellikle orduda girmek istediğin pozisyona göre belirleniyor. Eğer elit bir istihbarat biriminde ya da özel bir muharip birimde görev yaparsan, masa başı bir işte ya da ordunun çağrı merkezinde çalışmana kıyasla çok daha fazla saygı görüyorsun. 16 yaşından itibaren her iş görüşmesinde, her sohbette, her randevuda ve siyasi tartışmada orduya nasıl hizmet ettiğin, askerliğin, gündeme geliyor. İnsanlar seni bu deneyimine göre yargılıyor, iyi ya da kötü.
Şerife: Askerlik celpleri oldukça erken yaşta, 18–19 gibi geliyor. 7 Ekim’den beri gençler arasında orduya katılmak nasıl algılanıyor? Kamuoyunda gençler arasında bir değişim görüyor musun?
Allon: Aslında ilk celp çok daha erken geliyor. Kanunen belirlenmiş olan tzav rishon, yani “ilk çağrı”, 16,5 yaşında, yani lise 2 ya da 3’te gönderiliyor. O andan itibaren tüm lise hayatın orduya göre şekilleniyor. 7 Ekim’den beri daha fazla İsrailli genç askere gitmek için hevesli. Birçoğu, ülkeye ve orduya en yüksek katkıyı sağlamak için elit muharip ya da istihbarat birimlerine girmeyi hedefliyor. Bazıları bunu ülkelerini sevdikleri için, bazıları “doğru olan bu” diye düşündükleri için, bazıları da İsraillilerin ölümünün intikamını almak ve öfkelerini masum Filistinliler üzerinden çıkarmak için buna yöneliyor.
Gençler arasında sağa kayış var. 7 Ekim’den beri öfkeyle dolan gençler, “Gazze’den gelen her video Hamas’ın psikolojik oyunu” ya da “hepsi sahte, manipüle edilmiş görüntüler, gerçeği göstermiyorlar” gibi beyanlar etrafında ucuz ve boş propagandalarla kolayca etki altına alınıyor. Soykırıma karşı çıkan herkes için “beyni yıkanmış” olduğu söyleniyor. Bu tür demagojiler gençleri sağa kaydırıyor.
Şerife: Propagandaya tam olarak inanmayan ama yine de askere gidenler için ordu ne anlama geliyor?
Allon: Benim de tanıdığım, ordunun yaptıklarını rahatsız edici bulan ama yine de askere giden arkadaşlarım var. Çoğu, askere gitmenin hâlâ “doğru olan” şey olduğuna inanıyor. Kimileri, “Bizim gibi yüksek ahlaka sahip insanlar gitmezse, yerimizi düşünmeden ateş eden sağcı askerler alır” diyerek kendilerini buna ikna ediyor. Bazılarıysa Filistinlilerin öldürülmesini, “Her Filistinli potansiyel bir teröristtir” diyerek meşrulaştırıyor. Bir kısmı da sadece bu süreci “aradan çıkarmak” için gidiyor; çünkü reddetmek çok daha zor ve bedeli ağır.
Şerife: Bize Mesarvot’tan ve senin bu hareketle olan bağından bahseder misin? Seni bu karara yönelten özel bir an ya da deneyim oldu mu?
Allon: Yaklaşık altı ay önce Mesarvot Ağı’na katıldım. İlk başta, arkadaşımın davetiyle bir genel kurula gittim. Orada fark ettim ki, artık inandığım şeyler için daha aktif bir şekilde harekete geçmeliyim. O günden beri elimden geldiğince destek olmaya çalışıyorum: Sosyal ekipte, protesto organizasyonlarında, ya da Leshem Shinuy’da (IDF’ye katılmayı reddeden lise son sınıf öğrencilerinin imzaladığı mektup şu an yaklaşık 130 genç imzaladı ve henüz kamuya açık bir mektup değil).
Mesarvot yalnızca bir aktivizm ağı değil; ideolojik olarak askere gitmek istemeyenlere de destek oluyor. Sağlık komitesinden ya da vicdani ret komitesinden muafiyet almayı sağlıyor, ya da eğer kişi askeri hapishaneye gitmeyi tercih ederse (anonim ya da açık kampanyayla), sosyal, psikolojik, hukuki destek sağlıyor. Hapise ziyaretleri organize ediyor.
Hapishaneye giden iki tür retçi var: Anonim olanlar ve kamuya açık kampanya yapanlar. Birçok retçi, büyük bir etki yaratmak, toplumda tartışma başlatmak ve ordunun ne yaptığının farkında olup da reddetmeyi düşünemeyenlere cesaret vermek için kamuya açık şekilde tavır alarak, hapishaneye gitmeyi seçiyor.