Şebin, ÜniKuir tarih serisi Perde'nin ilk dosyasını açıyor.
“Bizi de dövsün hayat, bizi de yorsun varsın
Geciktirirler ancak durduramazlar
Geleceğe akar zaman, korkan yerinde saysın
Bütün boşluklara sızar yeninin gücü azar azar”[1]
Üniversiteye başladığım sıralar aynı zamanda hem açıldığım hem örgütlü LGBTİ+ hak savunuculuğuna da başladığım zamanlara denk geliyor. O sıralar en çok tekrarladığımız kelime görünürlük idi. Nasıl daha fazla görünür olacağımıza dair kafa yorardık sık sık.
2015’in sonu, 2016’nın başına denk gelen kış aylarında Ankara’ya çok kar yağmış, beyaz kar tabakası haftalarca yerde kalmıştı. ODTÜ LGBTİ Dayanışmasından[2] birkaç kişi, o karlı soğuk havada ellerimiz dona dona kütüphane önünde gelen geçene el ilanları dağıtıyorduk. İnsanlar hızlı hızlı bir yerden bir yere koşturuyor, ODTÜ yönetiminin en son ne zaman kar tatili ilan ettiğine dair efsaneler nefes nefese kalmış ODTÜ’lüler arasında fısır fısır konuşuluyordu. Dağıttığımız el ilanıyla sıra arkadaşlarımızı ODTÜ LGBTİ Dayanışması’nın resmî olarak tanınması için imza vermeye davet ediyorduk. Talep açık ve netti: “Yıllardır kampüste faal olan ODTÜ LGBTİ Dayanışması resmî bir topluluk olarak tanınsın.”
Resmî tanınırlığa yönelik beni en çok tatmin eden fikir, antetli mühürlü resmî bir belgenin üzerinde LGBTİ ifadesini görecek olmaktı. Bu biraz benim resmî belgelere karşı merakımdan kaynaklı da olabilir. Üzerime yapışıp kalan tüzükseksüel lakabı, ODTÜ LGBTİ Dayanışması’nın tüzüğünü yazdığımız günlere kadar uzanıyor. Allah’ım! Zevkten nasıl dört köşe olduğumu ben bilirim. Sonra mı? Biz o başvuruyu hiç yapmamış olduk… Teslim ettiğimiz yüzlerce dilekçe kâğıt öğütme makinelerine gitti, dilekçemize cevap istediğimizde “hangi dilekçe” cevabını aldık. Varlığımız nasıl inkâr ediliyorsa, elimizle tuttuğumuz teker teker saydığımız yüzlerce kağıt da öyle yok sayıldı. Gerçek yüzümüze tokat gibi vurdu. O dönem gaslighting kelimesini henüz bilmiyorduk ama hakikat algımızın dağıtılmaya çalışıldığının farkındaydık. Ancak o kadar da farkında olmadığımız bir şey daha vardı: Kampüste faaliyetlerini 20 yıldır sürdürdüğünü gerekçe olarak öne sürdüğümüz ODTÜ LGBTİ Dayanışması’nın resmî bir topluluk olma yolunda attığı önceki adımları, önceki yok sayılışları ve genel anlamda topluluğun hafızası, laf aramızda, o kadar da farkında olduğumuz şeyler değildi. Her ne kadar Perde serisinin ne amaçladığına giriş yazısında değinmiş olsam da burada da ufak bir parantez açmak isterim: Genel anlamda ÜniKuir Derneği’nin kuruluşundaki temel fikir de bu hafıza düşüncesinden doğmuştu. Bahsettiğimiz tarih çok uzak zamanları işaret etmiyor olsa bile üniversite aktivizmi bir sirkülasyon içinde ilerliyor.
İnsanlar üniversiteye geliyor, okuyor, final haftası yoğunlukları, yaz tatilleri oluyor, sonra mezun olup gidiyorlar. Topluluk ise orada durmaya devam ediyor ve aynı tartışmaları birkaç senelik periyotlarla tekrar tekrar verip duruyor. Bu serinin üniversiteli LGBTİ+ topluluklarına dair bölümünde bu konuya daha yakından eğilmeye çalışacağım.
Ama ben madalyonun diğer yüzünü yatay geçiş yoluyla Boğaziçi Üniversitesi’ne kaydolduğumda gördüm. BÜLGBTİ[3] resmî olarak tanınıyor, üniversite oryantasyon haftasında stantlarındaki gökkuşağı bayraklarıyla dikkatleri hemen üzerine çekiyordu. O stantı ilk gördüğümde sırf bunun için bile karlı havada ellerimizin donmasına değer diye düşünmüştüm. Üyesi oldum, Öğrenci İşleri Dekanlığına dilekçeler teslim ettim, salon alabilmek için yalakalıklar yaptım. “Canıııım, ablacıııım, ya şu ALH’deki büyük salon diyoruuum, ne dersin? Tabiii dilekçeyi getirdim…” Bunları yaparken daima aklımda resmiyet başvurusu sürecinde ODTÜ’de kimseden izin almadan boş bulup oturduğumuz amfilerde yürüttüğümüz tartışmalar geliyor, tüylerim diken diken oluyordu. OHAL sırasında dönemin kayyum rektörü Mehmed Özkan bize kapalı kapılar ardında “trans etkinliği yapabilirsiniz, yasal bir şey sonuçta, lezbiyen gey etkinliklerini bir süre askıya alalım” derken de aynı ürpermeyi yaşadım. Üniversitede de olsa, ünvanı profesör de olsa yönetici yöneticiydi ve ağzından lezbiyen gey duymak, mühürlü antetli bir belgenin içinde LGBTİ yazdığını görmek bana yine de keyif veriyordu.
Senelerce görünürlük gündemini tartışmış, görünür ve bilinir olmanın yollarını aramış bir hareketin içinden biri olarak, ne zaman TV’yi açsam LGBT aşağı LGBT yukarı seçim kazanıp şimdi de gözünü Anayasa’ya dikmiş bir Cumhurbaşkanı görmek, ne yalan söyleyeyim, bana hâlâ nedenini tam olarak anlamadığım bir keyif veriyor. Markette elime aldığım rastgele bir gazetenin manşetindenefret manşetlerinin altında tanıdığım bildiğim lubunyaların boy boy fotoğraflarını görmeye ise ne yazık ki alışmak zorunda kaldım ve bu kısım gün geçtikçe daha fazla keyif kaçırıcı bir hale geliyor. Gittikçe alışıyorum ama alışmak istemiyorum.
Başlığı ile LGBTİ+ hareketinin örgütlenme tarihinde dernekleşme tartışmalarına değineceği çoktan bildirilmiş olan bir yazıda uzunca üniversiteli LGBTİ+ topluluklarının resmî tanınırlığı konusundan bahsetmemin aslında bir amacı var. Dernekleşme çalışmalarını esasen LGBTİ+ hareketinin resmî tanınırlık tartışmaları ekseninde ele almaya çalışacağım. 2000’lerin ortalarında yürütülen resmî tanınmaya ilişkin tartışmaların 2010’ların ortalarında da yürütüldüğüne bizzat şahitlik etmiş biri olarak kendi yaşadığım bir güne araladığım perdeden küçük bir bakış atıp, 2020’li yılların ortasına geldiğimiz bugünlerde pek çok örgütlenmede halen daha yürütülen resmî tanınırlık tartışmalarının tarihsel bağlamını anlamanın, hareketin resmiyet ile olan ilişkisini görmek açısından güzel bir bakış açısı sunduğunu düşünüyorum. Geçtiğimiz ay üniversite yönetimince uydurma bahanelerle kapatılan Hacettepe Kuir Araştırmaları Topluluğu’nun nasıl olup da hâlâ aktif olduğunu görmenin güçlendirici olduğuna inanıyorum. LGBTİ+ derneklerinin kapatılması gündeme her geldiğinde içimi saran karamsarlık hissini ben, hareketin dernekler yokken de var olduğunu kendime hatırlatarak aşıyorum.
Kaos GL iki ay önce 29. yılını kutladı. Dile kolay, 29 yıldır neredeyse aralıksız çıkan koskoca bir yazılı arşivden bahsediyoruz: Kaos 29 yıldır şanlıyor.
Kaos GL Dergisi’nin ilk sayısı, kapağın arkasındaki manifestonun hemen ardından gelen “Varolan Durum ve Eşcinsellik” başlıklı şu giriş yazısıyla başlıyor:
“İktidar'ın fizik şiddetten belki de daha etkili silahı unutturmak olmalı. Tarihsel ve toplumsal hafıza kaybı olarak ortaya çıkan bu durum bireylerde görülmekle birlikte asıl etkisini bir bütün olarak toplumsal gruplarda gösteriyor. Saray ve hamam muhabbetleri dışında toplumsal geçmişimizle ilgili şimdilik bir şey bilmiyoruz. 'Şimdilik' mi bilmiyoruz ya da 'bilecek' bir şey mi yok, zamanla ortaya çıkacak.”[4]
Bu yazıyı kaleme alan dostlarımız, o zamanlar dünyada dahi olmayan bir lubunyanın 29 yıl sonra tek başına bu yazının kendisini bile “bilecek bir şey” olarak nitelendireceğinin ne kadar farkındaydı acaba. Perde serisinin giriş yazısında “Neler yaşandığını bilmediğimiz bir geçmişi neler yaşanacağını bilmediğimiz bir gelecekten ayıran çok ince bir çizgi var elimizde, takvimde yazan sayılar” derken aslında biraz da bundan bahsetmiştim.
Kaos GL Dergisi’nin tarihinde, dergi arşivini inceleyenlerin fark etmiş olabileceği bir gariplik vardır. Ekim 1999’a kadar dergi düzenli olarak 62 sayı çıkarır. Sonra 63. sayının gelmesi beklenirken Kaos GL okurları Aralık - Ocak / 1999 - 2000 sayısını 1. sayı olarak alırlar. Derginin künyesine bakan kişiler daha önceki sayılarda olmayan bir ibare göreceklerdir: “Sahibi: Ali Erol”.[5] Dergi artık el altından hazırlanıp satılan bir fanzin olmaktan çıkmış, resmî olarak kayıtlı bir süreli yayın olmuştur. Giriş yazısı “Türkiye'nin ilk yasal eşcinsel yayını, Gey ve Lezbiyen Araştırmaları Dergisi Kaos GL'den, eşcinsel yada heteroseksüel tüm okurlarımıza merhaba!” cümlesiyle başlar. Aynı giriş yazısı ilerleyen satırlarında şöyle der:
“Artık kayıtlı/izinli/yasal bir yayın olmanın zorunlu kıldığı ‘yayın idare adresimiz’ var ama maalesef teknik işlerimizi ve kültürel etkinliklerimizi yapabileceğimiz bir mekân olmaktan uzak bu adres... Bu geçici adresten çıkıp tamamen kendimize ait olan bir büro/merkeze acil olarak ihtiyacımız var. Böyle bir merkeze şimdilik kendi maddi olanaklarımızla sahip olabilecek durumda değiliz. Yalnızca bir dergi bürosu için değil, aynı zamanda bir Gey ve Lezbiyen Kültür Merkezi için de önümüzdeki en acil planımızı tamamen kendimize ait bir mekâna sahip olmak oluşturuyor…”[6]
1’den itibaren yeniden sayılmaya başlayan Kaos GL Dergisi, Mayıs - Haziran 2008 sayısını olması beklenen gibi 38. sayı olarak değil 100. sayı olarak çıkarmış, böylelikle ilk numaralandırma sistemine geri dönmüştür. Ancak dikkatli bakanlar için bu süre zarfında derginin künyesinde bir değişiklik daha olmuştur. Dikkatli bakanlar için diyorum çünkü dergi bunu alelade bir olay gibi, bir son sayfa duyurusu olarak bildirmiştir. Derginin 25’inci (ya da nasıl saydığınıza göre 87’nci) sayısının künyesinde “Sahibi: Ali Erol” ibaresi son kez yer almaktadır çünkü son sayfasında göreceğimiz üzere dergi artık bir şahıs bünyesinde yayınlanmayacaktır: “Artık Bizim Bir Derneğimiz Var”[7]. Uzunca bir süredir dernekleşmeyi planlayan Kaos GL ekibi için dernek kurmak elbette haber değeri taşıyan bir meseledir ve ilk olması sebebiyle de bunun tarihî bir kazanım olduğunun farkındadırlar. Ancak Kaos GL ekibi, örgütlülük açısından dernekleşme sürecini varoluşsal bir dönüşüm olarak değil, halihazırda devam eden faaliyetlerini ve uzunca süredir konuştukları kurumsallaşmayı kolaylaştıracak yeni bir araç olarak görür.
Bir sonraki sayı, Kaos GL Dergisi’nin ilk renkli sayısı olacaktır. Giriş yazısında “10 yıllık yayın hayatımızda ilk kez renkli çıkıyor olmak da bu sayının bir başka heyecanı. 2005 senesinde Türkiye’nin ilk eşcinsel derneğini kuran Kaos GL’ye yakışan bir sayı hazırlamaya çalıştık. İsteriz ki: Bu haliyle de sevin dergiyi.” denir. Ancak dergide değişen başka bir bürokratik detay daha vardır: Dergi künyesinde ilk kez “Kaos GL Derneği adına Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Umut Güner” yazmakta, en altında ise “Kaos GL, Kaos Gey ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği’nin süreli yayınıdır” ibaresi bulunmaktadır.[8]
Tüm bu detaylardan bahsetmemin elbette bir sebebi var. Kaos GL resmî olarak kayıtlı ve barkodlu bir dergi olmadan önce de vardı. Kaos GL, bir dernek olarak tanınmadan önce de resmî ya da gayriresmî şekillerde varlığını sürdürmüştü. Aslolan orada örgütlenmiş lubunyaların iradesi ve kararlılığıydı, örgütlenmeye dair diğer araçlar birtakım bürokratik detaylar olarak kendini gösteriyordu. Kaos GL elbette ki Türkiye’de resmî olarak tanınan ilk LGBTİ+ derneği olmanın haklı gururunu taşıyor; ancak resmî kuruluşunu ne temel meselesi haline getiriyor ne de dergide koskoca puntolarla tarihin en önemli olayı olarak ortaya koyuyordu.
Her ne kadar Ankara’da yaşamam, senelerdir Kaos GL arşivini tarıyor olmam ve Umut Güner ile arkadaşlığım nedeniyle Kaos GL’yi daha fazla tanımış ve dolayısıyla da Kaos GL’ye çokça vurgu yapmış olsam da Lambdaistanbul’un Türkiye’deki LGBTİ+ hareketi açısından önemini ve tarihî konumunu elbette gözden kaçırmam mümkün değil. Nasıl ki Kaos GL’nin kuruluşu 2005’te değildir, kuruluşunun 13. yılında dernekleşmiş olan Lambdaistanbul’un kuruluşu da 2006’da değildir. 1993 yılından bu yana hareketin her noktasında mücadelesinin izlerini işlemiş olan Lambdaistanbul’u bu seride yine çokça anacağız. Buna bir başlangıç olarak, Türkiye’deki LGBTİ+ hareketinin örgütlenme ve kurumsallaşma tartışmalarını da yakından gözlemlemek için ilki Lambdaistanbul’un çağrısıyla İstanbul’da düzenlenen ve çok sevilen, sonrasında Türkiyeli LGBTİ+’lar arasındaki iletişim ve koordinasyonu güçlendirmek için düzenli olarak gerçekleştirilen “Türkiyeli eşcinsellerin buluşmalarına” yakından bakmak iyi olacaktır.
Bu buluşmaların ilki Lambdaistanbul’un çağrısı üzerine İstanbuluşma adıyla 1998 sonbaharında gerçekleşti.[9] Ondan sonraki senelerde de ilkbahar aylarında BaharAnkara, sonbahar aylarında Güztanbul adıyla düzenli olarak toplam 11 buluşma tertip edildi, bu buluşmaların her birine genel anlamda Türkiyeli Eşcinsellerin Buluşması adı verildi. Bu buluşmaların en temel amacı farklı şehirlerde yaşayan LGBTİ+’ların bir araya gelmeleri ve LGBTİ+ hareketinin geleceği hakkında konuşmalarıydı. 1999 yılının Nisan ayında BaharAnkara’nın düzenlenmesiyle bu buluşmalar bir gelenek haline geldi, Türkiyeli Eşcinsellerin 11. Buluşması’nda gözlemlenen isteksizlik ve beraberinde gelen buluşmaların işlevselliğine ve sırf gelenek olduğu için yapılmasına dair eleştirilerin ardından sonraki buluşmaların gerçekleşmesi için ortak bir sekreterya kurulması kararlaştırıldı. Ancak sonrasında yeni bir buluşma gerçekleşmedi.[10]
Bu buluşmaların düzenli olarak devam ettiği süreç zarfında, Türkiye’nin 1999 yılında Avrupa Birliği’ne aday ülke statüsünü kazanmasıyla birlikte Avrupa Birliği konusu toplum tarafından devamlı tartışılan bir konu haline gelmiştir. Hükümet bir yol haritası üzerine çalışmış, bu kapsamda hazırlanan Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı 24 Mart 2001 tarihinde Resmî Gazete’de yayınlanmıştır. 735 sayfadan oluşan bu program Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesini sağlayacak yasal reformlara dair bir plan ortaya koymuş, bu çerçevede 2002 yılında Medeni Kanun’da ve Dernekler Kanunu’nda yapılan reform niteliğindeki değişiklikler başka pek çok şeyle birlikte örgütlenme hakkının kapsamını ve sivil toplumun alanını genişletmiştir.
Bu tartışmalar devam ederken 2001 yılının Nisan ayında Türkiyeli Eşcinsellerin 6. Buluşması - BaharAnkara, “Eşcinsel Hareket Nereye, Nasıl?” üst başlığı ile gerçekleştirildi. Buluşmada konuşmacılar, Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinin Türkiye’deki eşcinsel hareket açısından neler getirebileceği hakkında uzun uzun tartıştı. Türkiye’de toplum dönüşmeden gelebilecek tepeden inme özgürlükçü yasaların Türkiyeli eşcinseller için bir umut ışığı olup olmadığı konusunun üzerinde duruldu. Bunun yanı sıra LGBTİ+ hareketinde kurumsallaşma tartışmaları, yine Avrupa Birliği çerçevesinde tartışıldı.[11]
Bir sonraki buluşma olan Güztanbul 2001 programına “Aktivist Toplantısı” başlıklı dört saatlik bir oturum eklendi; ancak oturuma “aktivist” kelimesinin anlamı ile kendi içinde bir statü ve hiyerarşi içerip içermediği tartışması damgasını vurdu.[12]
2002 Bahar Ankara’da “Türkiyeli eşcinseller 8. kez buluştu.”[13] Bu buluşmanın üst başlığı “Neye Karşı Nasıl Mücadele?” idi. Tartışılan konulara ve sarf edilen sözlere bakıldığında dernekleşme gündeminin LGBTİ+ örgütleri açısından artık temel tartışma gündemlerinden biri haline geldiğini net bir şekilde görebiliyoruz. Bu buluşmanın “Eşcinsel Hareketin Bileşenleri: Gruplar” başlıklı oturumunda örgüt kelimesinin kullanımına dair teorik ve pratik tartışmalar yürütüldü, bazı katılımcılar tarafından hareket içinde kullanılan terminolojinin sivil alanı daraltan 1980 darbesinin bir eseri olduğu, bunun sonucunda hareketin örgüt kelimesini kullanmaktan kaçınma eğiliminde olduğu tespiti yapıldı. Hareket içinde bir araya gelen kişilere grup adı verilmesine rağmen bunların bir arkadaş grubu olmanın çok ötesinde değişim ve dönüşüme dair örgütsel faaliyetler olduğunun altı çizildi, isimlendirmelere yönelik pratik ve teorik tartışmalar yürütüldü. Ayrıca “Kurumsallaşma” oturumunda “dernek, vakıf, kooperatif vb kurumsallaşma olanakları ile ilgili grupların yaklaşımları ve planları” konuşuldu, “bu konularda fikir ve tecrübe alışverişi” yapıldı.
Özetle, konuşmacılardan bazıları kurumsallaşma kavramının resmî olarak tanınıp tanınmamayla bir ilgisi olmadığından, grupların geçen seneler zarfında arkadaş grubu olmanın ötesinde kurumsallaşarak faaliyetlerini yürüttüklerinden; ancak kurumsal hafızaların oluşamadığından bahsetti. Ayrıca kurumsallaşma sürecinde güçlü karakterler olması bir konuşmacı tarafından sorun olarak dile getirilmiş, “kurumlardaki ağır toplar gidince eşcinsel hareket çökecekse kurumsallaşma yok demektir” tespiti yapıldı. Bunun yanında resmî olarak tanınan bir örgütlenme sürecine girmeye dair pratik sorunlardan bahsedildi, dernek kurmak ve üye olmanın getireceği devlete isim bildirme zorunluluğunun insanları bu örgütlerden uzaklaştırabileceği endişesi dile getirildi. Lambdaistanbul’dan bir katılımcı, dernek alt grubu tarafından yasal gerekliliklerin araştırıldığını ancak bununla birlikte dernekleşme sürecine girip girmemeye dair tartışmaların devam ettiğini aktardı. Bunun yanında Kaos GL’den bir katılımcı ise hareketin birkaç sene daha tartışmaya devam edeceği bir soruyu oturumda dile getirdi: “Şu an mevcut örgütlülüğünüzle yapamadığınız ama dernek olunca yapabileceğinizi öngördüğünüz ne var? Hedeflediğiniz bir şey var mı? Kaos olarak yapamadığımız bir şey yok ki dernekleşelim. Siz dernekleşince çözülecek ne var? Veya var mı? Bunları merak ediyorum.”
Tüm bu tartışmalar kendine “BaharAnkara 2002 Basın Duyurusu” metninde şu şekilde yer buluyor: “Buluşmanın son toplantısında kurumsallaşmanın hareket için ne anlama geldiğine, örgütlenme ve bir araya gelmenin ötesinde grupların yapılarının ve etkinliklerinin kişilerden bağımsız, süreklilik gösteren bir hale getirilmesi üzerinde durulması gerektiğine değinildi. Hareket içerisindeki grup çalışmaları hakkında çeşitli deneyimler ve sorunlar paylaşılarak, bu sorunlara kurumsallaşma tartışmaları ile çözüm bulunabileceği vurgulandı. Ayrıca dernek, vakıf, kooperatif vb örgütlülüklerin avantaj ve dezavantajları konusunda konuşulup grupların bu doğrultuda planları gözden geçirildi.”
Tüm bu tartışmaların ardından aynı yılın Ekim ayında Türkiyeli Eşcinsellerin 9. Buluşması - Güztanbul 2002 gerçekleştirildi.[14] Bu buluşmadaki oturumların birebir transkripsiyonuna maalesef ulaşamadım. Ancak Kaos GL Dergisi’nde yer alan bası açıklaması metninden hareketle “mücadele yöntemleri ve örgütlenme çalışmaları” üzerine tartışmalar yürütüldüğünü biliyoruz.
Esasen tüm bu tartışmaların detaylarına girmeyip bu konuların LGBTİ+ dernekleri kurulmadan seneler önce tartışılmaya başladığından bahisle tek bir cümlede de geçebilirdim. Ancak burada ulaşmaya çalıştığım en temel nokta, bu tartışmaların bizzat kanlı canlı insanlar tarafından yapıldığını ve argümanların pek çoğunun bugün halen daha geçerliliğini korumakta olan argümanlar olduğunu göstermekti. Tarih hem çok uzak hem de zannettiğimiz kadar uzakta değil.
Birkaç yıl süren, tartışmaların devam ettiği ve olgunlaştığı bir sürecin ardından 2005’e gelindiğinde,Kaos GL de Lambdaistanbul gibi dernekleşme çalışmalarına hız verdi. Bu dönemde Kaos GL’nin dernekleşme sürecinde isminde bir değişiklik olup olmayacağı konuşulmuş, önerilen Gökkuşağı Derneği adı yerine 11 yıldır devam eden örgütsel geleneğin sürdürülmesi üzerinde mutabakata varılmıştı. Tüzüğün türlü tartışmalarla hazırlanmasının ardından derneğin resmî kurucularının kimler olacağı ise bir sorun haline geldi. Böyle bir resmî girişimin ilk örneğiydi ve devletin vereceği tepki henüz bilinmiyordu. Buna karşın, derneğin resmî kurucusu olmak ikâmetgah adresini bildirmeyi beraberinde getiriyordu. Özellikle ailesiyle beraber yaşayan Kaos GL’liler için bu bir risk demekti. Günün sonunda resmî kurucu ekip de netleştikten sonra ekip cümbür cemaat Türkiye’nin resmî olarak tanınan ilk LGBTİ+ derneği olan Kaos GL’nin kuruluş bildirimini Ankara Valiliği İl Dernekler Müdürlüğü’ne teslim etmeye gitti.
Kalabalık bir lubunya grubu olarak dernek kurmaya giden Kaos GL ekibinin Dernekler Müdürlüğü’nde şaşkınlık ve sonrasında muhtemelen bir curcuna ve telefon trafiği yarattığını tahmin etmek zor değil.[15] Nitekim Ankara Valiliği İl Dernekler Müdürlüğü, kısa bir inceleme süresinin sonunda Medeni Kanun uyarınca kuruluş bildirimi verdiği an tüzel kişilik kazanan Kaos GL Derneği’nin Medeni Kanun’un 56. maddesinde bulunan “hukuka ve ahlaka aykırı dernek kurulamaz” hükmüne aykırı olduğu iddiasıyla feshedilmesi istemiyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvuruda bulundu. Dosyayı inceleyen Cumhuriyet Savcısı Kürşat Kayral “ahlakın temel amacının toplumsal yaşamda düzeni sağlamak, bireyler arası ilişkileri kurallara bağlamak olduğu, toplumlara göre değişen, izafilik kavramı içeren ve Yeni Türk Ceza Yasasının yapılandırılmasında ‘cinsel yönelim ayrımcılığının’ tartışıldığı bir dönemde, eşcinsel olmanın ahlaksız olmak anlamına gelmediği, gerçek olması gerekenin tüm ahlak bilimleri ile uğraşanların ortak birleştikleri nokta olan ‘insan iradesinin hür olması’ gerektiği, Derneğin tüzüğünün 2. maddesinde, amacı ve çalışma alanları olarak gösterilen ve 23 maddeden oluşan kavramlarda da ahlak dışı olarak tanımlanabilecek bir husus bulunmadığı” tespitlerini yaparak dava açılmasına yer olmadığına karar verdi.
Kaos GL Derneği’nin kurulmasının ardından Lambdaistanbul, Bursa Gökkuşağı, Pembe Hayat Dernekleri de dernekleşme süreçlerini tamamlayıp ilgili ilin Dernekler Müdürlüğü’ne kuruluş bildirimlerini yaptı, ardından mülkî idarenin aynı fesih istemli başvuruları üzerine savcılıklarla muhatap oldu. Farklı şehirlerdeki aktivistler bu süreçte birbirleriyle dayanıştı, Ankara’daki savcılık kararı Bursa ve İstanbul’daki savcılara iletilmek üzere Lambdaistanbul ve Bursa Gökkuşağı Derneklerini kuran aktivistlerle paylaştı. Ankara’da Kaos’un feshi için dava açılmasına yer olmadığı kararını veren aynı Cumhuriyet Savcısı aylar sonra bu sefer Pembe Hayat Derneği’nin kapatılması istemli başvuruya yine ret kararı verecekti. Aynı şekilde Bursa Gökkuşağı Derneği’nin kapatılması başvurusunu inceleyen Cumhuriyet Savcısı Nazmi Güven “derneğin feshine yönelik dava açılmasına yer olmadığına” karar verdi.
[16]Bunlar olup biterken Lambdaistanbul’u daha yorucu ve daha zorlu bir süreç bekliyordu. Lambdaistanbul’un dernek olarak kuruluş süreci ilk başta tıpkı Ankara ve Bursa’daki gibi ilerlemişti. Valiliğe teslim edilen kuruluş bildirimi ile tüzel kişiliğini kazanan Lambaistanbul’un ahlaka ilişkin dernek kurulamayacağı hükmüne dayanarak feshi istemiyle mülkî idare tarafından savcılığa başvurulmuş, savcılık ise dava açılmasına yer olmadığına karar vermişti. Ancak İstanbul Valiliği, Ankara ve Bursa Valiliklerine kıyasla inatçı çıktı ve savcılığın bu kararına itiraz etti. İtirazı inceleyen İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi “hiçbir özgürlüğün sınırsız olamayacağı, özgürlüklerin kamu düzeni, genel ahlak anlayışı, ailemizin ve çocukların korunması, özellikle başkalarının özgürlüklerinin korunması bakımından sınırlandırılabileceği, bu gibi değer yargılarının ülkeden ülkeye değişmekte bulunduğu, başka ülkede bulunan her şeyin ülkemiz açısından da kesinlikle doğru olduğu sonucuna varılamayacağı gibi, ülkemizdeki somut olaylarda yapılan müdahalelerin ulusal yasamıza ve uluslararası sözleşmelere aykırılık teşkil edip etmeyeceğine ilişkin hukuki nitelendirmeyi hâkimin yapmasının daha uygun olacağı kanaati” ile kamu davası açılmasına karar verdi ve dava İstanbul 3. Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açılmış oldu.
Bu karar tabiî ki LGBTİ+ hareketi içinde geniş bir yankı uyandırdı, uzunca bir süre konuşulacak olan bu hak ihlali büyük bir tepkiyle karşılaştı. Nihayetinde İstanbul 3. Asliye Hukuk Mahkemesi, Derneğin ahlaka aykırıolduğu gerekçesiyle kapatılmasına hükmetti. Bu karar büyük tepki topladı, ulusal ve uluslararası alanda uzunca süre konuşuldu. Dernekleştikleri gün doğmayan ve 15 yıllık örgütlenme kültürü ve birikimine sahip olan Lambdaistanbul, kapatma hükmünün ardından geniş çaplı bir kampanya örgütlemeye başladı. Bir yandan “Derneğime Dokunma” sloganıyla imza kampanyasını sürdüren[17] Lambdaistanbul, diğer yandan mahkemenin kararını temyiz etti.
Sürecin sonunda Yargıtay “lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüel kişilerin de dernek kurma özgürlüğüne sahip oldukları gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yasal düzenlemelerin değerlendirilmesinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm verilmesi isabetsiz, davalı derneğin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden” mahkemenin kapatma kararını bozdu. Türkiye’deki LGBTİ+ mücadelesi sadece dernekleşmekle kalmadı, bu hakkın kullanımını kısıtlayan tacizlere karşı emsal niteliğinde bir yargı zaferi de kazanıp mücadelesini güçlendirdi.
Özetle denebilir ki Türkiye’deki LGBTİ+ dernekleri gökten zeplinle inmediler. Hareketin en başından beri, dernekler yokken de var olan ve yarın bir gün dernekler kapatılırsa da var olmaya devam edecek lubunya direnişinin ve iradesinin yüzlerce örgütlü sesinden bazıları olan dernekler Türkiye’deki LGBTİ+ hareketinin bağrından çıkmış, meşruiyet zeminini valiliğin onay yazıları ile değil öznelerin hak taleplerinden almıştır.
LGBTİ+ örgütlü mücadelesi dernekler yokken vardı, örgütler dernekleşip dernekleşmemeyi etraflıca tartıştı. Bugün hâlâ pek çok örgütlenme dernekleşip dernekleşmemeyi tartışmaya devam ediyor. Kaos GL şanlamaya başladığı gün meşruiyetini imzalı mühürlü kâğıtlara değil lubunyanın mücadelesine ve iradesine borçluydu.
Ancak bu demek değildir ki LGBTİ+’lar yasal haklarından ve tarihsel kazanımlarından öylece vazgeçmelidir. Bu yazıda geçmişe perde aralayarak vermeye çalıştığım mesaj, LGBTİ+ derneklerinin kapatılsalar da kolayca var olabilecekleri ve bu sebeple kazanımlarımızın elimizden alınma girişimlerine karşı umutsuz bir uysallıkla tepkisiz kalınması gerektiği asla değil. Nasıl ki 2005 yılına geldiğimizde LGBTİ+ hareketinin 10 yıldan fazla bir örgütlü geçmişi ve birikimi vardı, bugüne geldiğimizde de 18 yılında LGBTİ+ derneklerinin de mücadelede olduğu bir örgütlü deneyimine sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bu da elbette bir anda gelebilecek saldırılar durumunda örgütlerin hazırlıksız yakalanması halinde örgütlenme alanlarının küçülmesi riskini beraberinde getiriyor. Günümüzde BaharAnkara ve Güztanbul devam etmiyor olsa da neyse ki LGBTİ+ örgütleri arasında çok yoğun bir dayanışma, iletişim ve iş birliği hali artarak devam ediyor. LGBTİ+ örgütleri tıpkı eskiden olduğu gibi dışarıdan gelecek olan fobik saldırılara karşı tek yumruk halinde mücadelesini sürdürmeye devam ediyor.
Bu yazı dizisi üzerine çalışmaya başladığım günden bu yana Umut Güner ile belirli aralıklarla bir araya geliyor, hem Kaos GL’nin hem de Türkiye’deki LGBTİ+ hareketinin geçmişi hakkında sohbet ediyoruz. Kendisiyle ettiğim sohbetler benim için çok kıymetli. Çünkü giriş yazısında da belirttiğim üzere bu yazı hareketin dernekleşme sürecinin bir anatomisini çıkarmayacak belki; ancak spesifik bir zamanda spesifik bir mekânda yaşanan şeyleri öğrenmemize yarayacak, zaten yabancı bir ülke olan ve günümüzde bize daha da yabancılaştıran geçmişte işlerin nasıl ilerlediğine dair bize bir perde aralayacak. Bu perdeyi aralayıp bana sıradan bir gününü, anlarını, en çok nelere güldüklerini ve nelerden korktuklarını, hangi sıkıntıları daha çok yaşadıklarını gösteren Umut’a buradan da ayrıca teşekkür etmek isterim.
Perde serisinin ikinci dosyası “Türkiye’de LGBTİ+ Terminolojisinin Tarihsel Dönüşümü ve Kapsayıcılık Tartışmaları: Eşcinsellerin Kurtuluşu Heteroseksüelleri de Özgürleştirecektir” başlığıyla pek yakında sizlerle…
[1] Grup Hepsi ve Sezen Aksu, “Tempo,” Tempo Single, 2006.
[2] Topluluk günümüzde adını ODTÜ LGBTİQAA+ Dayanışması olarak güncellemiştir. Bu yazı dizisinde adı geçen LGBTİ+ örgütlerinin bahsedilen tarihlerde kullandıkları isimleri kullanmanın, mücadelenin geçirdiği tarihsel dönüşümü yansıtması açısından önemli olduğu düşüncesindeyim.
[3] Topluluk günümüzde adını BÜLGBTİA+ olarak güncellemiştir.
[4] Kaos GL Dergisi, sayı 1, 1994. Yapılan tüm alıntılarda kaynağın yazımı ve terminolojik kullanımı, LGBTİ+ hareketinin terminolojisinin zaman içindeki dönüşümünü yansıtmak amacıyla kaynaktaki haliyle korunmuştur.
[5] Kaos GL Dergisi, sayı 63(1), 1999.
[6] Kaos GL Dergisi, sayı 63(1), 1999.
[7] Kaos GL Dergisi, sayı 25(87), 2005.
[8] Kaos GL Dergisi, sayı 26(88), 2006.
[9] Kaos GL Dergisi, sayı 51, 1998.
[10] Kaos GL Dergisi, sayı 19(81), 2004.
[11] Türkiyeli Eşcinsellerin 6. Buluşmasından Notlar, Kaos GL, 2001.
[12] Kaos GL Dergisi, sayı 9(71), 2002.
[13] Kaos GL Dergisi, sayı 11(73), 2002.
[14] Kaos GL Dergisi, sayı 13(75), 2003.
[15] Görsel kaynağı: https://kaosgl.org/haber/tarihte-bugun-escinsel-dernegi-kapatilmasina-yargidan-veto
[16] Görsel kaynağı: https://kaosgl.org/haber/dernegime-dokunma-anayasada-esitlike-imza-ver
[17] Görsel: Kaos GL Dergisi, sayı 103, 2008.
Çerez Politikası
Size en iyi hizmeti sunabilmek ve reklam çalışmalarında kullanmak amacıyla sayfamızda çerezlerden faydalanıyoruz. Sayfamızı kullanmaya devam ederek çerez kullanımına izin vermiş oluyorsunuz. Çerezler hakkında ayrıntılı bilgiye Çerez Politikamız'dan ulaşabilirsiniz.