Ayşe Kulin’in umutsuzluklar kitabı Gizli Anların Yolcusu’nu anlamaya ve eleştirmeye çağırıyor bizi Shelob.
“Dün sabah uyandığımda, karısı, çocuğu, evi, barkı, işi gücü, ortağı, bir de gizli aşkı olan, sıradan bir adamdım. Tam yirmi dört saat sonra, her şeyini kaybetmiş bir zanlıydım.”
Risale-i Garibe Osmanlı toplumunda görülen olumsuz davranışları eleştiren anonim bir eserdi. Bense bu başlık altında gullüm ile film, dizi, roman ve öyküleri sunacağım ilginize.
Ayşe Kulin Gizli Anların Yolcusu kitabına polis sorgusuyla başlıyor. Bize sunulan aşk öyküsünün mutsuz sonla ve hatta bir ölümle sonuçlandığını böylece anlıyoruz. Kitap tanıtımında tabuları yıkmaktan bahsedilirken olabilecek en klişe son ile başlıyoruz. Mutsuz sonla biten kuir aşklarına bir örnek daha ekleniyor.
İlk okuduğum dönemde Gizli Anların Yolcusu kitabını günlerce hatta haftalarca bitirememiş ve her sayfada tekrar tekrar tetiklenmiştim. Kitapta kendisini tekrar eden stereotipler , duygusal ve psikolojik şiddet unsurları sebebiyle kahramanlarla özdeşleşebilmek çok da mümkün değil. Genç bir kuir olarak okuduğumda beni yalnız hissettiren, mutlu bir ilişki ihtimalin olamayacağını, bu ülkede asla güvende olamayacağımı düşündüren ve dolaba geri dönme isteği uyandıran bu romanı genç bir lubunyaya önermeyi hiç düşünmemiştim. Fakat var olan kalıp yargıların nasıl hala süregeldiğini ve pekiştirildiğini anlamak için eleştirel bir gözle bakılması gereken bir roman olduğunu düşünüyorum.
Gizli Anların Yolcusu’nu kuir bir aşk hikayesi sunacağı beklentisiyle ilk okumaya başladığım dönemde neden sayfalar boyunca problemli bir evlilik anlatıldığına anlam verememiştim. Şimdi inceleme yazmak amacıyla elime aldığım bu kitaba baktığımda ilk bölümün aslında daha sonrasında gerçekleşecek olan İlhami ve Bora’nın aşkının bir mahsuru olarak bizlere sunulduğunu düşünüyorum. Kitabı genel olarak iki bölüme ayırmak mümkün ilk kısımda evlilik sorunlarını, yas sürecini, aldatma ve aile temalarını görüyoruz. Kitabın ikinci kısmı ise Bora ve İlhami’nin gizli aşkı üzerine odaklanıyor.
Yazar tarafından İlhami karakteri bizlere arzulanan, ilgi odağı olan ve etkileyici biri olarak sunulmak istenmiş. Fakat kitabı okumaya devam ettikçe İlhami karakterinin çekici olmaktan çok uzak olduğunu ve hatta aksine karakterden nefret etmemenin zorlaştığını görüyoruz. Yazarın amacı karaktere yönelik olarak okuyucularda bu duyguları uyandırmaksa başarılı olduğu yadsınamaz. Fakat daha kitabın ilk başlarında İlhami’nin rıza kavramından bir haber olduğunu “Hırpalayarak seviyordum karımı. Eda ne katılıyordu ne de itiraz ediyordu. Tek oyuncusu bendim sevişmenin, o seyircisiydi.” cümlelerinde net olarak görüyoruz. İlhami’nin ağzından aktarılan, evlilik içi nitelikli cinsel saldırı örneği olarak yorumladığım ve rızanın asla bahsinin geçmediği bu olaydan kitabın sonraki bölümlerinde asla tekrar bahsedilmiyor. Cinselliğin kadınların evlilik içinde bir görevi olarak görülmesi sorunu güncelliğini korurken yazarın bu konuya açıklık getirmeden devam etmesi hayal kırıklığı yaratıyor. İlhami bizlere kuir aşk hikayesinin arzulanan ana karakteri olarak sunulmaya devam ediliyor.
Kitap boyunca İlhami’nin kadınlara yönelik algısı yok sayılamayacak derecede göze batmakta ve ataerkil bir pencerede ilerlemekte. Bu bakış açısını kimi zaman ortağı Handan’la olan ilişkisinde kimi zaman kızı Derya ile olan konuşmalarında ve diğer kadın karakterlerle iletişimde gözlemleyebiliyoruz. Handan’a ithafen kurduğu cümleler kadın ve erkekliğe yönelik olarak yerleşik olumsuz kalıp yargıları pekiştirir nitelikte. “Ne saçmalık tipik kadın davranışı işte! Öküz altında buzağı arama, buluttan nem kapma hali! Hani şirketimi kurduğum iş arkadaşımdınız. Erkek gibi kadındınız! Gerçekten erkek olsaydınız bir siktir de siz bana çekerdiniz, biter giderdi. Bir bunalım anında ağzımdan kaçan bir söze alınıp kaçmak yakışıyor mu sizin erkek kadınlığınıza?”
Bora’nın hayatı hakkında bilgiye ise yayınlanmak üzere incelenen bir kitap taslağı aracılığıyla ulaşıyoruz. “Doğu” bölgesinde yer aldığı belirtilen küçük bir köyden kurtularak İstanbul’a gelmiş bir grafiker olan Bora, ihmal ve istismar örnekleriyle dolu bir çocukluk ile karşımıza çıkıyor. Kulin bizlere Bora üzerinden bir hayatta kalma hikayesi anlatsa da kitabın sonunda öldürmeyi seçtiği karakterin de Bora olması ironik. İstismar sonrasında Bora tarafından aktarılan “Ne yazık ki ben bu yolun yolcusu olmuştum.” cümlesi bizi bir yanlış inançla yüzyüze getiriyor. Belki de hepimizin hayatının bir noktasında duyduğu travmatik yaşantıların yönelimi etkilediği yönündeki yanlış inanç burada da önümüze geliyor. Yazar rıza ve evlilik içi cinsel saldırı örneğinde olduğu gibi bu konuyu da tekrar ele almıyor. Kitapta bizler Bora’nın bu düşünceleriyle baş etme yöntemini ya da travma sonrası büyümeyi göremiyoruz.
İlhami ve Bora’nın ilişki dinamiklerine baktığımızda yaş farkı ve çalışan-patron ilişkisi aralarında rızanın gerçekten sağlanabilir olup olmadığı bize sorgulatıyor. İlişkide güç dinamiklerinin Bora’nın aleyhine işlemesi ve İlhami’nin sürekli olarak Bora’yı kontrol etme çabaları bize aşk adı altında yansıtılan başka bir psikolojik şiddet örneği. İlhami istediğini yaptırabilmek için sürekli olarak yalanlara ve manipülasyonlara baş vuran bir anti-kahraman. Bora’nın evinde nelerin değiştirilmesinden tutun nelerin kalmasına ve hatta taşınıp taşınmamasına karar veren kişi İlhami. Anti-kahramanımızın işler istediği gibi gitmediğinde iletişimi kesme, yalnız bırakma ve sessizlik ile cezalandırma kullandığı yöntemler. İlişkileri ilerledikçe İlhami’nin kıskançlıkları da giderek artmaya ve paranoyak bir hal almaya başlıyor. Bora’yı kendi kızından, ortağından, otelde karşılaştıkları bir çalışandan ve hatta Bora’nın yazığı kitaptan bile kıskanıyor. Ayrıca Ayşe Kulin’in İlhami ve Bora arasındaki aşkı sıklıkla baba-çocuk ilişkisine benzeterek açıklaması rahatsızlık verici. “Çocuğuna düşkün bir baba, imkanları yetmese de ona vermek istedikleriyle nasıl hayallerini, şartlarını zorlarsa, işte ben de aynı duygular içindeydim sevdiğime karşı.” İlişki dinamikleri zaman ilerledikçe sugar daddy/sugar baby ilişkisine benzemeye başlıyor. Sürekli maddi taleplerde bulunan bir Bora ve bunları karşılayarak tatmin olan İlhami var karşımızda.
Final Bora ve İlhami arasındaki gizli ilişkinin ortaya çıkması sonucu bir ölümle sonlanıyor. LGBTİQ+’lara yönelik olarak gerçekleşen bir suç eylemiyle son bulan Gizli Anların Yolcusu kitabı olayın intihar mı yoksa şuç eylemi mi olduğu konusunda bizlerde soru işareti bırakma niyetinde. Halbuki biliyoruz ki bir bireyi intihara sürüklemek de bir suç eylemidir. Bu son karşısında ne hissetmemiz gerektiği ise bir muamma. Tekrar karşımızda mücadele etmekte olduğumuz ya gizli kapaklı yaşa ya da sonuçlarına katlan diyen heteronarmatif sistem var. Aşkımızı gizlenmeden, hür bir şekilde yaşayacağız ve kuirlere aksini söyleyen tüm sistemlerle mücadele edeceğiz. Genç kuirlere korkmadan, gizlenmeden, özgürce ve insanca yaşamanın temel insan hakkı olduğunu hatırlatmamız gerekiyor. Baskıcı bakış açısını yıkmaya çalışırken özdeşim kurmayı beklediğim bir romanda bu düşünce sisteminin izlerine rastlamak şaşırtıcıydı. Yazarın belkide bu sisteme dikkat çekmeye çalıştığını savunabiliriz. Fakat sistemle mücadeleyi anlatabilecek bir temada kendini yeniden var eden ana karakterini öldürmek bunun iyi bir yolu değil gibi duruyor. Temsiliyet için kuir karakterlerin öldürülmesine gerek yok!
Kuirlere yine mutsuz sonların biçildiği, gizlenme, saklanma ve utancın alttan alta aktarıldığı Gizli Anların Yolcusu kitabını büyük bir hayal kırıklığı ile tamamladım. Tüm kuir okuyucularımıza söylemek istiyorum ki mutlu aşklar mümkündür. Özdeşim kurabildiğimiz ve mutlu sonla biten kuir örnekler görmek dileğiyle.
Çerez Politikası
Size en iyi hizmeti sunabilmek ve reklam çalışmalarında kullanmak amacıyla sayfamızda çerezlerden faydalanıyoruz. Sayfamızı kullanmaya devam ederek çerez kullanımına izin vermiş oluyorsunuz. Çerezler hakkında ayrıntılı bilgiye Çerez Politikamız'dan ulaşabilirsiniz.